Bugun...


Sibel Özbudun

facebook-paylas
AKP’NİN KADINLARA KARŞI SAVAŞI: “MADAM GİBİ ÖLMEK”…
Tarih: 22-11-2016 04:30:00 Güncelleme: 03-12-2016 01:27:00


AKP’NİN KADINLARA KARŞI SAVAŞI: “MADAM GİBİ ÖLMEK”…[*]

 

 

“sana her zaman söylüyorum
senin yüzünde gülmek var
bakınca bir yaşama ordusu çıkıyor aydınlığa.”[1]

 

FİDEL İÇİN SANCAĞI YARIYA İNDİRMEYİN, DAHA DA YÜKSELTİN!

 

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

“Fidel çok insan bir dev
Ağarmış saçları sakallarıyla
Karlı bir dağ.
Gözlerinde güleç
Kardelenler açıyor,
Sesi titremeyen bir ses
Umudun sesi.”[1]

 

Edith Wharton, “Işığı yaymanın iki yolu vardır; ya ışık olursun ya da onu yansıtan ayna,” demişti ya; “ışık” oldu O kolayına kaçıp, “ayna olmak” yerine…

Kolay mı? “Köstebeği beklemeyen devrimci”ydi[2] Fidel…

Çünkü “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” sorusuna verdiği yanıtta, “1961 yazı ortalarında Küba’nın resmini yapabilir misin” diye ekler Nâzım Hikmet: “yalansız hürriyetin eli/ Fidel’in sıktığı el”dir…

O el ki, Camilo Cienfuegos’lu, Che’li Küba Devrimi’dir

“Şeref ya da onur için değil adil olduğuna inandığımız fikirler için mücadele ediyoruz…

Yurdumuzun tarihi uzak geçmişlere dayanmaz, ama yiğitlik dolu devrim savaşımlarıyla zengin bir tarihtir bu…

Ben bir Marksist Leninistim ve yaşamımın son anına kadar da böyle kalacağım…

Devrim için savaşmayana komünist denmez…

Beni suçlayabilirsiniz, sorun değil: Tarih beni aklayacaktır…

Biz yenilirsek kalkar yine deneriz, diktatörler yenilirlerse sonları olur…

Devrim hareketine 82 kişiyle başladım. Eğer bunu tekrar yapmak zorunda kalsaydım yanıma 10 ya da 15 sadık insan alırdım. Eğer sadıksanız ve hareket planınız varsa ne kadar küçük olduğunuzun hiçbir önemi yoktur…

Soygun felsefesine son verirseniz, savaş felsefesi de ortadan kalkar…

Bir katilin, bir hırsızın başbakan olduğu bir cumhuriyette, dürüst kişilerin yerinin ya mezar, ya cezaevi olduğunu anlayabilmek zor bir şey olmasa gerek…

Gelmiş geçmiş en büyük ahlâksızlık, emperyalizm ve kapitalizmdir…

Yukarı yarım kürenin, aşağı yarım küreyi ezmesine küreselleşme denir…

Diğerleri lüks otomobillere binebilsin diye neden bazı insanlar çıplak ayaklarıyla yürümek zorunda kalsın?

İşçi sınıfı yaratıcı sınıftır. İşçi sınıfı bir ülkede maddi refahın gerektirdiği her şeyi üretir, iktidar işçi sınıfının elinde olmadığı sürece, işçi sınıfı, iktidarın sömürücü toprak sahiplerinin, haksız kazanç sağlayanların, tekellerin, yerli ve yabancı çıkar gruplarının elinde kalmasına izin verdikçe, silahlar işçi sınıfının değil de, çıkar gruplarına hizmet edenlerin elinde oldukça, bu çıkar gruplarının ziyafet sofralarından dökülmesine göz yumduğu kırıntılar ne denli çok olursa olsun, işçi sınıfı yoksul bir hayat sürmeye zorlanacaktır,” diye haykıran vazgeçmeyen -dim dik- duruştur!

Küba Devrimi, başkaldıran insan(lık) tarihinin en has ürünlerindenken; - Gabriel García Márquez’in deyişiyle- “Bizim Fidel” de onun mimarıdır.

Yedi iklim dört bucakta “bizim” diye sahiplenilen; her yerde adıyla seslenilen O; Nâzım Hikmet’in ‘Havana Röportajı’ndaki destandı:

“Fidel de içlerinde 82’nin 12’si sağ kalmıştı/ Fidel de içlerinde 12 kişiydiler 56’nın kasımında/ Fidel de içlerinde 150 kişiydiler aralığında 56’nın/ Fidel de içlerinde 500 kişiydiler şubatında 57’nin/ Fidel de içlerinde 1000 oldular 5000 oldular/ Fidel de içlerinde/ Fidel de içlerinde bir milyon yüz milyon bütün insanlık oldular”

* * * * *

Emil Michel Cioran’ın, “Yaşamı tutkuyla sevenler dışındakilere ölüm hiçbir anlam ifade etmez. Ayrılacağı bir şeyi olmayan biri nasıl ölebilir ki?”[3] saptaması ortadayken; Onun için sakın bayrakları yarıya indirmeyin, ölenler için yapılır bu; oysa Fidel yaşıyor; bayrakları yükseltin; O hâlâ bizimle; yerkürenin tüm Sierra Maestra’larındadır; her daim orada olacaktır…

“Hastalığımın kesinleştiğini anladığım anda, başkanlık görevlerime son vermeye tereddüt etmedim,” diyen Fidel, 87. yaşgünü vesilesiyle kaleme aldığı makalede, “Hâlâ yaşadığına şaşırdığını” belirtip;[4] Goldberg’in “Hastalığınız Tanrı’nın varlığı konusunda fikrinizi değiştirdi mi” sorusunu “Üzgünüm hâlâ bir diyalektik materyalistim,”[5] diye yanıtlarken; Ursula K. Le Guin’in, “İzlenen yolda yol yitirilir,”[6] sözlerini anımsatıyordu…

Hâl böyleyken; yani Vassilis Vassilikos’un ifadesiyle, “Ölüm, tamamlanmayan her şey”ken; 25 Kasım 2016 günü saat 22.29’da bizi -dönmek üzere- bırakıp giden Fidel Castro Ruz, “Zafere kadar, daima!” haykırışının devrimci praksisidir…

Kolay mı? Yakın zaman önce, “Yakında 90 yaşında olacağım. Yakında ben de diğer önderler gibi gideceğim. Elbette hepimizin zamanı gelecek. Ancak Kübalı komünistlerin idealleri, inançları bu dünya için, insanlık için fayda sağlamaya devam edecek. Bu idealler için savaşmaya devam etmeliyiz,” diyen Fidel için “Marksist Leninist olmak bir sorumluluktur”…[7]

* * * * *

Siz bakmayın ABD’nin yeni başkanı Donald Trump’ın, “Zalim bir diktatör”;[8] Nagehan Alçı’nın, “Halkını sömüren diktatör”;[9] -Küba Devrimi’nde Castro ve Che’nin yanında mücadele edip, ardından da Miami’de yaşayan rejim karşıtına dönüşen- Huber Matos Benitez’in, “Castro düzenbazdı, gücünü kullanmaktan zevk alıyordu. O kadar akıllı biriydi ki Hollywood aktörlerinin kabiliyeti onun aktörlüğünün yanında sıfır kalırdı. Dünya tarihinde onun kadar maskara biri henüz çıkmadı. Hayatımda karşılaştığım en kötü huylu ve sapık kişiydi. Ama şunu size söyleyebilirim; Castro hem Küba’dan hem de Kübalılardan nefret ediyor. Ama kendisini öyle pazarladı ki kendini Küba halkına ‘Her şeyi Küba için yapan kral’ olarak gösterdi,”[10] türünden zırvalarına!

“Fidel, geceleri aç yatılmayan eşit bir dünya umududur”;[11] “Fidel’in Küba’sı dünyanın her yerinden 80 bin doktor yetiştirendir”![12]

Kolay mı? Küba en yoksul dönemlerde bile bilim ve araştırmadan vazgeçmedi. En büyük mucize de sağlık alanında oldu. Tahmini ömür süresi 80 yıl, ABD’den fazla. Bebek ölümleri bazı yerlerde sıfır! Hastaneler herkese bedava. Ama esas bomba, kanser aşısı Cimavax. Japonya ve Avrupa’dan sonra Amerika da klinik testlere başladı![13]

* * * * *

Hem nasıl unutabilirsiniz, unutturabilirsiniz?

Küba, 1958 Devrimi öncesi gayriresmi bir Amerikan sömürgesiydi.

Amerika’nın kumar merkezi hatta “genelevi” denirdi.

Al Capone, Lucky Luciano, Meyer Lansky gibi mafya liderleri diktatör Batista’yı maaşa bağlamıştı.

Devrim bu çürük düzeni hedef aldı. Küba Devrimi haklı bir devrimdi.

Amerikan mafyası, CIA ile ortak çalışarak Fidel Castro’ya defalarca suikast girişiminde bulundu.

Kübalı göçmenler Amerika’nın desteğiyle adayı işgal etmeye çalıştı…

Çok zor koşullarda, Kübalıları gururlu, başı dik bir toplum yaptı;[14] “Latin kanıyla sosyalizm birleşirse ne olur? Cevap: Kübalı olur,”[15] saptamasındaki üzere…

* * * * *

Hikâyeyi bilmeyen var mı hâlâ? Varsa ne yazık!

26 Temmuz 1953: Yaklaşık 100 kişilik bir gerilla grubu Moncada Kışlası’na saldırdı. Çoğu hayatını kaybetti. Fidel Castro ve Raúl Castro’nun da içlerinde olduğu sağ kalanlar yakalandı. Fidel 15 yıl ceza aldı.

1955: Batista, yurtiçi ve yurtdışından gelen baskılar üzerine, tüm siyasi mahkûmları serbest bıraktı. Castro kardeşler Meksika’ya sürgün edildiler. Orada Che Guevara ile tanıştılar. Meksika’da, İspanya İç Savaşı’na katılmış olan eski askeri lider, devrimci Alberto Bayo tarafından eğitildiler. “26 Temmuz Hareketi” burada kuruldu.

Kasım 1956: Meksika’da eğitim gören 82 kişi Küba’ya gitmek üzere, Fidel Castro önderliğinde Granma yatına bindiler.

Aralık 1956: Karaya çıktıktan sonra düştükleri pusuda pek çok gerilla hayatını kaybetti. Sağ kalan 12 kişi Sierra Maestra’ya varıp buluşmayı başardılar. Fidel Castro, Che Guevara, Raúl Castro ve Camilo Cienfuegos da aralarındaydı.

1957-Haziran 1958: Dağlarda Batista garnizonlarına küçük çaplı saldırılar. Kentlerde Batista’nın misilleme olarak uyguladığı baskı.

Temmuz 1958: Küba ordusunun Verano operasyonu. Castro kuvvetlerinin direnişi.

1 Ağustos 1958: Geçici ateşkes görüşmeleri.

Ağustos 1958: Castro güçleri karşı saldırıya geçer.

Kasım 1958: Che Guevera, Camilo Cienfuegos ve Jaime Vega komutasındaki üç kol Santa Clara’ya doğru ilerledi. Jaime Vega kolu yok edildi.

30 Aralık 1958: Camilo Cienfuegos, Yaguajay’ı aldı.

31 Aralık 1958: Cienfuegos ve Guevara’nın kuvvetleri Santa Clara’ya girdi.

1 Ocak 1959: Bu haberleri alan ABD destekli diktatör Fulgencio Batista uçakla Dominik Cumhuriyeti’ne kaçtı.

l2 Ocak 1959: Castro kuvvetleri Santiago de Cuba’ya, Che Guevara ve Cienfuegos da Havana’ya girdiler.

l6 Ocak 1959: Fidel Castro, Havana’ya geldi.

1961: CIA’in organize ettiği ABD’deki Kübalılar silahlanarak, Küba’daki Domuzlar Körfezi’ne çıkarma yaptı. Ancak plan başarısızlıkla sonuçlandı. Aynı yıl ABD Küba’ya yönelik yaptırımlara başladı.

1962: Sovyetler Birliği’nin Küba’ya füze yerleştirdiğinin ortaya çıkmasıyla, üçüncü dünya savaşının eşiğine gelindi. Kriz, Küba’daki füzelerin kaldırılmasıyla sona erdi.

1977: Küba-ABD ilişkileri normalleşmeye başladı. İki ülke karşılıklı olarak ‘çıkar ofisleri’ açtı.

1996: ABD’nin yürürlüğe soktuğu Helms-Burton Yasası’yla ambargo daha da ağırlaştırıldı.

1999: ABD’ye götürülen Kübalı Elian Gonzalez adlı çocuk, iki ülke arasında diplomatik kriz yarattı. Baba Gonzalez’in baskısıyla ABD altı aylık krizi sonlandırarak Elian’ı Küba’ya iade etti.

2002: Eski ABD Başkanı Jimmy Carter Küba’yı ziyaret etti.

2013: ABD Başkanı Obama ve Kübalı mevkidaşı Castro, Güney Afrika’nın efsanevi lideri Nelson Mandela’nın cenazesinde el sıkıştı.

2014: ABD Başkanı Obama ve Küba Devlet Başkanı Castro, iki ülke arasındaki ilişkileri normalleştirmek için görüşmelere başladılar.

* * * * *

Nihayet, siz bakmayın “Fidel Castro sonrasında Küba’da nelerin değişebileceği konusu pek çok Kübalının kafasındaki gizli soru… ‘Küba rüyasının sonunu Obama mı getirecek’ sorusu yankılanıyor kafamda,”[16] türünden ucuzluklara!

“ABD’yle normalleşme” mi dediniz?

Eski ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’yi, George Bush döneminde terör şüphelileri üzerinde uygulanan şiddet içerikli sorgulama tekniklerini savunmakla suçlayarak, “İşkenceyi, bir bilgi alma yöntemi olarak görüyorlar… Terörizm gökten inmedi; yöntemleri 1959’daki Küba Devrimi ile mücadele edebilmek için ABD tarafından oluşturuldu,”[17] diyen Fidel Castro, ABD-Küba görüşmeleri için ABD’ye güvenmediğini belirtip, bunun çatışmaların barışçıl bir biçimde çözülmesini reddettiği anlamına gelmediğini söylerken;[18] ABD ve İsrail, 28 Ekim 2016 tarihinde BM Genel Kurulu’nda gerçekleştirilen abluka oylamasında çekimser oy kullandı.

BM Genel Kurulu’nda konuşan Küba Dışişleri Bakanı Bruno Rodriguez Parrillo ise ablukanın etkilerine değindiği uzun konuşmanın sonlarında şu ifadelere yer verdi: “Kültürümüze ve tarihimize yabancı rüyalara ihtiyacımız yok. Küba Devrimi her gün gençler tarafından bir kez daha inşa ediliyor. Kübalı gençler tıpkı anne babaları, tıpkı nine ve dedeleri gibi yurtsever ve antiemperyalistler. Bizim kendi değerlerimiz ve sembollerimiz var, bunları savunmaya ve zenginleştirmeye devam edeceğiz, ama bu değer ve semboller daima Kübalı olmaya devam edecekler. Bunları başka değer ve sembollerle değiştirmeyeceğiz, egemen ve sosyalist bir ulus olmak için mücadele etmeye devam edeceğiz. Kapitalizme geri dönmeyeceğiz.”[19]

* * * * *

Manuel Cabieses Donoso’nun, “Küba Devrimi’nin en önemli özellikleri, onuru, acılar karşısında gösterdiği bitmez tükenmez dayanışması ve diğer halkların ihtiyaçlarına duyduğu ilgidir,”[20] biçiminde formüle ettiği Fidel’in özgürlük rüyası mutlaka tamamlanacakken; ve bizler sınıfların ve sömürünün tümüyle ortadan kalkacağı bir dünya kurulana kadar yolumuzu aydınlatanlardan Fidel’e borçlu kalacağız; “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk/ Hiçbir yere gitmiyor,” dizeleri eşliğinde Edip Cansever’in…

* * * * *

Son bir şey daha: Küba Destanı’nın “Virtus omnia subter se habet/ Kahramanlık her şeyi arkasında bırakır,” diyen ve Arthur Schopenhauer’ın, “Mutlu bir hayat olanaksızdır; insanın başarabileceği en iyi şey kahramanca bir hayattır,” saptamasını doğrulayan(lardan)dı Simón Bolívar’ın torunu, José Martí’nin oğlu, Che’nin yoldaşı “Bizim Fidel”…

 

27 Kasım 2016 22:31:58, Ankara

 

N O T L A R

[1] Can Yücel, “Fidel’in Gelişi Gidişi”, 1996.

[2] Soner Torlak, “Fidel Castro Ruz: Köstebeği Beklemeyen Devrimci”, Halkın Sesi, Yıl:10, No:237, 22 Temmuz 2015, s.22.

[3] Emil Michel Cioran, Gözyaşları ve Azizler, Çev: İsmail Yerguz, Jaguar Kitap, 2015.

[4] “Hâlâ Yaşadığıma Şaşırıyorum”, Milliyet, 15 Ağustos 2013... http://dunya.milliyet.com.tr/-hala-yasadigima-sasiriyorum-/dunya/detay/1750317/

[5] “Castro’dan İran’a Acı Tavsiyeler”, Radikal, 9 Eylül 2010, s.13.

[6] Ursula K. Le Guin, Yanılsamalar Kenti, Çev: Meltem Tayga, İmge Yay., 3 Baskı, 2016, s.104

[7] “Fidel: Marksist Leninist Olmak Bir Sorumluluktur”, 26 Kasım 2016… http://haber.sol.org.tr/dunya/fidel-marksist-leninist-olmak-bir-sorumluluktur-177022

[8] “Trump Tek Cümlelik Açıklamasının Devamını Getirdi: ‘Castro Zalim Bir Diktatördü’…”, 26 Kasım 2016… http://ilerihaber.org/icerik/trump-tek-cumlelik-aciklamasinin-devamini-getirdi-castro-zalim-bir-diktatordu-63726.html

[9] Nagehan Alçı, “Halkını Sömüren Diktatörün Ülkesi Küba”, Akşam, 26 Temmuz 2012, s.13.

[10] “Che Guevara iyi, cesur bir savaşçıydı ama maceraperestti. En kötü yanı vahşeti sevmesiydi. Binlerce idamın nedenidir. Yazılarını okuduğunuzda onun bir devrimci ruha sahip olmadığını görürsünüz.” (Nevsal Elevli, “Huber Matos Benitez: Castro Düzenbazdı Che Vahşeti Severdi”, Milliyet, 13 Mayıs 2012, s.24.)

[11] Barış İnce, “Fidel, Geceleri Aç Yatılmayan Eşit Bir Dünya Umududur”, Birgün, 26 Kasım 2016… http://www.birgun.net/haber-detay/fidel-geceleri-ac-yatilmayan-esit-bir-dunya-umududur-137113.html

[12] “Fidel’in Küba’sı Dünyanın Her Yerinden 80 Bin Doktor Yetiştirdi”, Birgün, 26 Kasım 2016… http://www.birgun.net/haber-detay/fidel-in-kuba-si-dunyanin-her-yerinden-80-bin-doktor-yetistirdi-137114.html

[13] Çınar Oskay - Sebati Karakurt, “İnsanlığa En Büyük Hediye Küba’dan mı Geliyor?”, Hürriyet, 13 Eylül 2016, s.2.

[14] Çınar Oskay - Sebati Karakurt, “Geleceğin Lideri Canel Devrimin Mirasını Taşıyabilecek mi?”, Hürriyet, 14 Eylül 2016, s.2.

[15] Melek Aldemir, “Küba: Ortaya Karışık Liberalizm”, Radikal, 22 Nisan 2011, s.30-31.

[16] Elçin Poyrazlar, “Gerçek Havana Sokaklarda”, Cumhuriyet, 13 Eylül 2009, s.10.

[17] “Castro, Cheney’yi Suçladı”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 2009, s.11.

[18] “Fidel Castro’dan Küba-ABD Görüşmeleri Yorumu: ABD’ye Güvenmiyorum”, Gündem, 28 Ocak 2015, s.12.

[19] “ABD Küba Ablukası’nın Kaldırılmasına Çekimser Oy Kullandı”, 28 Ekim 2016… http://direnisteyiz3.org/abd-kuba-ablukasinin-kaldirilmasina-cekimser-oy-kullandi/

[20] Manuel Cabieses Donoso, “Küba, Seni Seviyoruz..... ”, Sendika.Org, 15 Aralık 2009… http://sendika12.org/2009/12/kuba-seni-seviyoruz-manuel-cabieses-donoso/

 

Yine “buyurdu”: “Dünyanın makamları nerede kalıyor? Burada kalıyor. Paran pulun her şeyin nerede kalıyor? Burada kalıyor. Cumhurbaşkanı olsan ne yazar, başbakan olsan ne yazar, multimilyarder olsan ne yazar? Hepsi geçici. Ne diyordum size hatırlayın, biz bir gün ölmeyecek miyiz? Öleceğiz. Bir adam gibi ölmek var, bir şey söyleyecektim ama onu söylemeyeceğim, bir de madam gibi ölmek var. Ölelim ama adam gibi ölelim...”[2]

“Adam gibi ölmek”ten ne anladığı açık. Bu konuşmayı 15 Temmuz “şehitleri” anısına yaptığına göre, “şehitler” kavramının zihninde tetiklediği imgeler uyarınca, korkusuzca, mertçe, çatışarak ölmek anlamını yüklüyor olmalı…

Her ne ise, söylemekten son anda imtina ettiği şeyin yerine kullandığı “Madam gibi ölmek”i ise tariflememiş. “Mevhum-u muhalif”inden çıkarmak durumundayız: “Kadın gibi ölmek - yani korkarak, aman dileyerek, yalvararak, kaçarak, saklanarak…”[3]

İstihza işte; oysa başında bulunduğu iktidar, hazretin “adam gibi” dediği tarzda yaşayan, mücadele eden ve ölmeyi seçen kadınlardan hiç mi hiç haz etmiyor. Bunlardan bir tanesinin, Membiç’de IŞİD’e karşı savaşırken yaşamını yitiren o küçük dev kadının, Eylem Ataş’ın cenazesini 101 gün bekletmediler mi sınır kapısında?

Ya da başka isimleri anımsayalım: 2013’te MİT operasyonuyla Paris’te katledilen üç Kürt kadın: Sakine Cansız, Fidan Doğan, Leyla Söylemez…

Kasım 2014’de IŞİD’e karşı savaşmak üzere Kobanê’ye geçmeye çalışırken sınırda vurulan Kader Ortakaya…

Temmuz 2015’te İstanbul - Bağcılar’da polisle girdiği çatışmada ölen DHKP-C militanı Günay Özarslan…

Ekim 2015’te İstanbul-Sarıyer’deki evinde arama yapmak isteyen polislere “Galoş giyin” dediği için vurularak öldürülen Dilek Doğan…

Aralık 2015’te İstanbul Gaziosmanpaşa’da polisin bir eve yaptığı operasyon sırasında vurularak öldürülen MLKP militanları Şirin Öter ve Yeliz Erbay…

Ağustos 2015’te ölü bedeni çıplak, Muş sokaklarında sürüklenen HPG gerillası Ekim Wan (Kevser Eltürk)…

Ya da Temmuz 2015’de Suruç’ta patlayan canlı bombanın aramızdan aldığı Polen Ünlü, Hatice Ezgi Sadet, Nazlı Akyürek, Fikriye Ece Dinç, Ferdane Kılıç, Nazegül Boyraz, Dilek Bozkurt, Büşra Mete, Aydan Ezgi Şalcı…

Ekim 2015’te barış ve insanca bir yaşam talebini haykırmak için geldikleri Ankara Garı önünde, polis takibatında oldukları hâlde müdahale edilmediği ortaya çıkan iki IŞİD’li canlı bombanın parça parça ettiği kadınlar: Gülhan Karlı Elmascan, Elif Kanlıoğlu, Ayşe Deniz, Berna Koç, Fatma Esen, Gülbahar Aydeniz, Başak Sidar Çevik, Nilgün Çevik, Sezen Vurmaz, Sarıgül Tüylü, Dilan Sarıkaya, Emine Ercan…

Eylül 2016’da Dersim’de bir çatışmada yaşamını yitiren Berfu Dilan Canbay (Arjin Selçuk)…

Mitinglere katıldıkları için saçlarından yerlerde sürüklenen, tekmelenen, kolu-bacağı kırılan, gözaltında ya da cezaevlerinde işkencelere uğratılan yüzlerce kadın…

Ya da muhalif duruşlarından taviz vermedikleri, barış talebinde ısrar ettikleri, AKP’nin “tektipleştirici” söylemine, yalanlarına karşı direndikleri, gerçekleri haykırmakta ısrar ettikleri için kovuşturulan, kürsülerinden kovulan, tutuklanan, yargılanan, cezaevlerine konulan gazeteci, akademisyen, aydın kadınlar: Zeynep Kuray, Gurbet Çakar, Meltem Oktay, Esra Mungan, Meral Camcı, Şebnem Korur Fincancı, Necmiye Alpay, Aslı Erdoğan, Eren Keskin…

Eksik liste, biliyorum. Ama bu kadarı dahi, AKP’nin eleştiren, karşı çıkan, direnen, mücadele eden, yani hazretin yüklediği anlamla “adam gibi” yaşayan ve ölen kadınlardan ne denli nefret ettiğini gözler önüne sermeye yeter.[4]

Söylemlerindeyse “madam gibi” yaşayan kadınları yüceltirler: şahitliğini yaptıkları nikâhlarda gelinlere kocalarına itaat etmelerini öğütler, en az üç çocuk tavsiye ederler. Yüksek sesle gülen kadınlardan, gebe kadınların sokaklarda dolaşmasından haz etmezler… Örtünmüş kadın, tercihleridir: örtülü olmayan kadınların “ya kiralık ya da satılık” olduğunu ima etmekten çekinmezler… Ama bununla da yetinmezler; örtülü genç kadınlar dahi, makyaj yapar, erkeklerle chat’leşir, namazı ihmal ederlerse şeytanın hükmü altında demektir… Kız çocukların bir an önce evlendirilmesinden yanadırlar… 10-11-12 yaşlarında evlenmelerinde pek de mahzur yoktur… Kadının en önemli kariyeri anneliktir, tecavüz sonucu bile olsa çocuğu doğurmalıdır. Çalışmasa da olur, zaten çalışarak erkeklerin işsiz kalmasına yol açmaktadır! Yani kadın, politikayla uğraşmak, sokaklarda hakkını aramak, elde silah, IŞİD karanlığına karşı savaşmak, polisle çatışmak, devlete, otoritelere kafa tutmak ne kelime; mümkün olduğunca “görünmez” olmalı, “fıtrat”ına aykırı işlerle uğraşmamalı, tercihan evde oturup birbiri ardısıra doğurduğu çocuklarla ilgilenmeli, sokağa çıktığında örtünmeli, kocasına itaat etmeli… kırıp dizini oturmalı, edilgin bir yaşam sürdürmelidir.

Son dönemlerde AKP’nin hedef tahtasına “adam gibi” yaşayıp ölmesini bilen kadınları yerleştirmesinin bir nedeni olmalı. Bu kadınlar, onların hiç de kendilerini sunmaya çabaladıkları gibi güçlü olmadıklarını gözler önüne serdiği için olmasın?

Öyle ya, kadınlığa ilişkin tahayyülü, evde börek, reçel yapan, çocuk doğurup çocuk yetiştiren, namaz kaçırmayan, mukabelelere giden, geliniyle çekişen, yeri geldiğinde çocuklarından yakınan, ama kesinlikle kocanın/erkeğin karşısındaki konumunun ikincilliğini kabullenmiş kadınla[5] sınırlı Sünnî-Müslüman erkekler olan iktidar partisi erkânı ve onlara ram olmuş bürokrasi için kendilerine boyun eğmeyen, itiraz eden, meydan okuyan, sokaklara dökülen kadınlar bir bozgun alameti değil mi?

Toplumu dökmeye çalıştıkları dindar, muti, kanaatkâr kalıba karşı bir engel oluşturmuyorlar mı?

Cesaretleri, gözünü budaktan sakınmayışları, cüretleri, keskin akılları, sivri dilleri, ısrarları, direngenlikleri ile toplumu etkileyecek, “fitne”ye sürükleyecek birer kötü örnek değiller mi? Ya-hafazanallah!- kendi “mahalle”lerinin kadınları da onların örneğinden etkilenip “Bey, yetti artık Allah korkusuyla hayatıma şekil-şemal verdiğin. Ben de iki ayağım üzerinde durabilirim” diye kıyam ederse? Ya da, daha kötüsü, camiyle, ezanla, bayrakla, iftar çadırlarıyla, “büyük devlet” olma, Osmanlı’yı diriltme hayalleriyle efsunlanmış emekçiler, yoksullar, esnaf, “bunlar kadın başlarına bu işlere kalkışıyorlar, bizim neyimiz eksik?” diye düşünecek olursa?

Kendi deyişleriyle “adam gibi” yaşamasını ve ölmesini bilen kadınlar, bu nedenle tehlikeli onlar için. Saldırılarını bu nedenle özellikle onlara yöneltiyorlar. Bu nedenledir ki güvenlik güçleri, istihbarat görevlileri, savcılar, dikkatlerini hiç olmadığı kadar itiraz eden kadınlar üzerinde yoğunlaştırmış durumda. İslâmcı ideologların kadınları biçimlendirmeye öncelik veren bir “toplum mühendisliği”ne soyunmuş olmalarının nedeni de bu. İslâmcı, eril, tahakküm ve sömürüye dayalı tasavvurlarının “Aşil topuğu”nu kadınların oluşturduğunu biliyor, en azından seziyorlar.

Bu “Aşil topuğu”ndan vurulacakları günler ise, fazla uzak değil!

 

18 Ekim 2016 14:41:40, Ankara.

 

N O T L A R

[*] Kaldıraç, No:184, Kasım 2016…

[1] Edip Cansever.

[2] Recep Tayyip Erdoğan’ın Trabzon havaalanında kendisini karşılayanlara yaptığı konuşmadan, 15 Ekim 2016. http://www.diken.com.tr/erdogan-olumu-tarif-etti-bir-adam-gibi-olmek-var-bir-de-madam-gibi/

[3] Öyle olmalı… Yoksa adını duyurmamak için özel bir çaba sarf eden Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan “Reis”ini tevil etmek için kendini ortaya atar mıydı? “Kadın-erkek ayrımı yapmaksızın, genciyle yaşlısıyla yediden yetmişe, bu milletin kadınları bu Meclis çatısı altında da. Ben hükümetin bir kadın bakanı olarak, burada bombaların altında oturdum ve milletin iradesine sahip çıktım ve kadın vekillerimiz sahip çıktı ve Türk kadını tankların önünde meydan okudu, Boğaziçi Şehitler Köprüsü’ndeki kadınlarımızı size hatırlatmak isterim. Türk kadını adam gibi ölmesini çok iyi bilir. 15 Temmuzda da bunu gösterdik, 8 tane kadın şehidimiz var. Allah’tan hepsine rahmet diliyorum,” diyor bakan… (19 Ekim 2016, http://www.cnnturk.com/turkiye/fatma-betul-sayan-turk-kadini-adam-gibi-olmesini-cok-iyi-bilir)

[4] Sadece AKP mi? Eski bir solcuymuş galiba… Şimdilerde Türkiye gazetesinde yazan Fuat Uğur, devrimci-sosyalist kadınlara yönelik bu nefrete bakın nasıl benzin döküyor: “İlk sol örgütlenmelerde yer almaya başladığımda… ağır psikolojik travmaları olan, en ufak sorunu devasa bir meseleye dönüştüren kadınlarla karşılaşacağım da aklıma gelmemişti doğrusu. Bezdirici derecede fazla konuşan, hatta hiç susmayan ve otomatiğe bağlamış kadınlar. Tartışmalarda o denli ’şiddete dayalı çözüm’ önermesi yaparlardı ki ’bu neyin öfkesi’ diye sormaktan kendimi alamazdım. Çirkin ördek yavrusu oldukları duygusu çok fazla baskındı üzerlerinde. Kötü giyinir, kadınlıktan soyunur, erkek gibi davranırlardı. Böylece kadın-erkek eşitliğinin sağlanacağına inanırlardı. Her türlü normal kadın kıyafetini ise burjuva alışkanlığı diye yerin dibine batırır, yeni katılmış kızları doğduklarına pişman ederlerdi.” (Fuat Uğur, “Figen Yüksekdağ ve Ruh Kanseri Kadınlar”, Türkiye, 13 Ağustos 2015.)

[5] Bakın bir İslâmcı kadın, “Allah’ın emri” olduğunu söylediği “kocaya itaat”i nasıl yorumluyor: “Benim erkeğe itaatten anladığım, ‘Kadın kocasına saygısızlık etmeyecek, onunla mücadeleye girmeyecek, erkeğin ailedeki otoritesini kabul edecek.’

Kadın istediklerini kocasına tatlı tatlı yaptırabilir. Kadın yine itaat etmiş olur. Kadının sözleri önemsiz olacak, kadının istedikleri yapılmayacak diye bir şey yok. Kadının erkeğin karşısına dikilmesi, bağırması çağırması, kavga etmesi, inatlaşması yasaklanmış. Kadın psikolojisini düşündüğünüz zaman bu tavır, öncelikle duygusal yaratılmış kadını yorar, yıpratır.

Fakat günümüzde maalesef ki kadınların çoğu, erkeklerle mücadele etmeyi bir maharet zannediyorlar. Erkeğe itaat bir geri kalmışlık gibi addediliyor. Bu da aile kurumuna ciddi zararlar veriyor. Sonuç kadınlar mutsuz, erkekler kırgın.

Allah (c.c) bu ayette saliha kadınları ‘kanitat’ olarak vasıflandırmıştır. ‘Kunut’ severek isteyerek itaat üzere olmak, demektir. Zoraki, hoşlanmayarak, içinde sıkıntı duyarak ara sıra yapılan bir ita­at değil, tam aksi isteyerek, severek, içinden gelerek itaat edilmesi Rabbimizin emridir.

Bu da ancak nefsine tapınmayan ve Allah’ın rızasını isteyen mü’min hanımlar için mümkündür. Çünkü evin reisini erkek olarak Allah (c.c) tayin etmiştir. Sonuçta kocaya itaat Allah (c.c) itaattir.

Âyeti Kerîme itaat emrinden sonra şöyle devam ediyor: “Hem de Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri gizlide de (kocalarının olmadığı yerde de ırzlarını ve kocalarının mallarını) koruyanlardır.”

Kadınlar, namuslarını ve kocalarının mallarını korur, kocalarının sırlarını ifşa etmez ve kocalarıyla kendileri arasında gizli hâlleri başkasına anlatmazlar. Allah’tan korktukları için kocaları olmadığı zaman bile onların haklarını korurlar.

Maalesef ki günümüzde itaatin tam aksi eşitlik davası ile karı koca arasında mücadele körükleniyor. Ne de olsa bir toplumu yıkmanın en iyi yolu aileyi yıkmaktır. Biz de bu tuzaklara çok çabuk düşüyoruz. Bir türlü mutlu olamıyoruz.” (Sema Maraşlı, “Tüylerimizi diken diken eden emir”, Haber7.com, 13.05.2011, http://www.haber7.com/yazarlar/sema-marasli/743347-tuylerimizi-diken-diken-eden-emir)

 



Bu yazı 2004 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI