Ve kadınlar devreye girer…
Kaybedecek bir şeyleri yoktur, zira… Aralarından iş bulacak kadar şanslı olanlar, günde 13 saat, haftada
6 gün çalışmaktadır. Ve ellerine geçen üç kuruş kocalarının ücretine eklendiğinde bile, hayat pahalılığıyla baş
etmeye yetmemektedir. Çoğunlukla içine saman ve kâğıt katılarak yapılmış ekmekler için saatlerce kuyrukta
bekleyenler de onlardır. Bedenini pazara sürmek, açlıkla baş etmenin son çaresidir, Paris, fahişe
kaynamaktadır. [10]
Dedim ya, kaybedecek bir şeyleri yoktur. Topları almaya gelen askerlerin yolunu Monmartre’lı kadınlar
keser. Bedenlerini toplara siper eder, askerlerle konuşur engeller, ikna ederler. Birkaç saat içerisinde askerler
silahlarını komutanlarına yöneltmiştir [11] …
“Komün” Paris’li kadınların Thiers’in askerlerini kenti terk etmeye ikna ettikleri o 18 Mart 1871 günü
kurulmuştur. Yargıçlar dahil her bir görevli, seçimle iş başına gelmekte, sıradan bir işçinin ücretiyle çalışmakta,
geri çağrılabilmektedir.
Komün 30 Mart’ta zorunlu askerliği ilga eder ve eli silah tutan tüm yurttaşların katılabildiği Ulusal
Muhafızlar’ın tek silahlı güç olduğunu ilan eder. 30 Mart’ta Ekim 1870-Nisan 1871 arasındaki tüm kira
ödemelerini ve icra dairesindeki tüm malların satışını durdurduğunu açıklar. Aynı gün, Komün’e seçilen
yabancıların görevlerini onaylar, çünkü “Komün’ün bayrağı, dünya cumhuriyetinin bayrağıdır.” [12] 6 Nisan’da
giyotin meydana çıkartılarak halkın sevinç gösterileri arasında yakılır. 16 Nisan’da imalatçıların kapatıp
terkettiği fabrika ve atölyelerin bir dökümü hazırlanıp, kooperatifler hâlinde örgütlenmiş işçiler tarafından
işletmeye açılması kararlaştırılır. Bu kooperatifler aynı zamanda tek bir işçi sendikası hâlinde birleşecektir.
20 Nisan’da fırıncıların gece çalışması yasaklanır; istihdam büroları kapatılarak belediyeye devredilir.
30 Nisan’da ise tüm rehinci dükkânları kapatılacaktır.
Kadınlar ilk günden itibaren Komün’e etkin biçimde katılmışlardır: oy haklarının bulunmamasına ve
kamu görevlerinden yasaklı olmalarına karşın. Tartışmalara katılmakta, gözetim komiteleri oluşturmakta, kızlar
için daha iyi bir eğitim [13] , kadın emekçiler için daha yüksek ücret talebini gündeme getirmekte, Ulusal
Muhafızlar için üniforma ve cephane imal etmekte, muharebe alanlarında aşçı ve hemşireler olarak yaşamlarını
tehlikeye atmakta, kent barikatlarının kurulmasında görev almaktadırlar. Mayıs ayında merkezi hükümete bağlı
güçlerin nihaî saldırısında ise erkeklerle omuz omuza kenti savunacaklarıdır.
Tıpkı 1789’daki gibi, kulüpler kurarak hararetli tartışmalar yürütürler bir yandan da. Kulüp
toplantılarının yapıldığı kiliselerin kürsülerinden, “devrim düşmanları”nı, yani zenginleri, ruhbanları ve kenti
savunmak için silaha sarılmayan erkekleri lanetler, sosyal bir cumhuriyet, kadınlar için siyasal haklar, boşanma
hakkı, resmen evli olsun olmasın, Ulusal Muhafızların dullarına maaş bağlanmasını savunurlar. [14]
Komün’ün en önemli kadın örgütlenmesi, hiç kuşkusuz, Paris’in Savunması ve Yaralılara Yardım İçin
Kadınlar Birliği idi. Örgüt, aynı zamanda Birinci Enternasyonal’in Fransız Seksiyonu’nun Kadınlar
Seksiyonunu oluşturuyordu. Kurucusu Elizabeth Dmitrieff, bir Rus soylusunun kızıydı. Rusya’dan kaçarak
kendini Avrupa’daki devrimci hareketin içine atmış, Londra’da Marx’la tanışarak kızlarıyla ahbap olmuştu.
Marx’ın önerisiyle Enternasyonal’e katılmış, Paris Komünü sırasında devrimci Paris’te almıştı soluğu.
Kadınlar Birliği, büyük ölçüde emekçi kadınlardan oluşmaktadır: terziler, çizme yapımcıları, şapka
imalatçıları, çamaşırcılar, karton imalatçıları, mücellitler, parfüm imalatçıları ve bir öğretmen…
Birlik, Paris’li kadınları Komün’ü yaşatmak ve savunmak için seferber etme görevini üstlenmişti: her
bir mahallede ambulans istasyonlarında, sahra mutfaklarında, bağış toplamada görev alacak kadınları
devşirecek komiteler oluşmuştu. Nihaî hedefinin tüm mevcut toplumsal ve yasal yapıların, tüm ayrıcalıkların ve
tüm sömürü biçimlerinin ilga edilmesi ve sermaye egemenliğinin yerine Emeğin iktidarının kurulması, kısacası,
işçi sınıfının kendi eliyle kurtuluşu olduğunu gizlemiyordu.
Parisli kadınlar pek çok kulüp kurdular. Ama hiçbiri Kadınlar Birliği kadar siyasallaşmış değildi. [15]
4
Kadınların Komün’e katılımı, “Kanlı Hafta” olarak anılan, Thiers’in Versailles’da topladığı kuvvetlerin
Paris üzerine harekete geçtiği son günlerinde zirve yaptı. Kadınlar ve çocuklar, Ulusal Muhafızlarla omuz
omuza barikatların inşaında çalıştılar, ardından da barikatın arkasında çatışmalara katıldılar.
“Kadınlar erkekler gibiydi,” diyor bir burjuva yazar, Komün’ün düşüşünün ardından. “Gözüpek,
amansız, gözü dönmüş. Hiç bu kadar çoğu tehlikelere göğüs gerip ölüme meydan okumamıştır. Şarapnel, gülle
ve mermilerin açtığı feci yaralara belenmişlerdi, duyulmamış işkenceler altında acı ve öfkeyle inleyen, haykıran
ve hıçkıranların yanına koşuyor, gözleri kan içinde, kulaklarında bu son canlı et parçalarının çığlıkları,
ellerindeki chassepot’ları (bir çeşit tabanca) kararlılıkla alıp aynı yaralara, aynı acılara koşuyorlardı. Ve
barikatlarda ne gözüpeklik, çatışmalarda ne şiddet, duvarın dibinde, idam mangasına karşı nasıl bir ruh hâli!” [16]
Çoğu çatışmalarda öldü; bir kısmı da Komün düştükten sonra izleyen katliamda yitirdi yaşamını.
Kocalarını, çocuklarını yitiren kadınların askerlere saldırıp sonra kendilerini askerlerin önüne attıklarını yazar
tarih. Çatışmalar sırasında çıkan yangınlar, “Petroleuses” olarak anılan kundakçı kadınlara atfedildiğinden,
giysileri perişan, elinde kova ya da şişe taşıyan yüzlerce kadın “kundakçı” damgası yedi, üstleri başları yırtılıp
en yakın duvarın önüne sürüklenip vuruldu. Kadın komünarların bir kısmı ise göstermelik bir yargılamanın
ardından katledildi.
Komün’ün düşüşünün ardından 1051 kadın savaş konseyinin karşısına çıkatılmıştı: dikişçiler, nakış
işçileri, kadın ustalar, çamaşırcılar, terziler, mücellitler… Bir adım geri atmadılar “yargıç”larının karşısında.
“Daha fazlasını öldürmediğim için Tanrı cezamı versin,” diyordu ik askeri öldürmekle suçlanan bir kadın.
“Issy’de iki oğlum vardı, ikisi de öldürüldü. Neuilly’de iki oğlumu daha kaybettim. Kocam barikatlarda öldü.
Şimdi bana ne yapacaksanız yapın.” Kurşuna dizdiler.
Ve kadın komünarların komutanlarından Louise Michel, yargıçlarının karşısında dimdik durup
haykırdı: “Bana Komün’ün suçortağı olduğum söylendi. Kuşkusuz ki evet; çünkü Komün herşeyden çok, Sosyal
Devrim’i istiyordu ve Sosyal Devrim benim de en büyük arzumdur. Dahası, Komün’ün teşvikçilerinden biri
olmaktan onur duyuyorum… Öyle görünüyor ki özgürlük için çarpan yüreklerin küçük bir kurşun parçasından
başka bir hakları yok; o hâlde ben de payımı istiyorum. Beni sağ bırakırsanız intikam için haykırmaktan hiçbir
zaman vaz geçmeyeceğim.” Louise Michel, Yeni Kaldeonya’ya sürgün edildi.
Evet, Komün kadınları uğruna can verecek kadar siyasallaştırmıştı. Ama onlara siyasal haklarını
vermeyi aklından dahi geçirmedi. Bunda iki koşul etkili olmuştur.
i) Fransız Devrimi’nin hemen ardından, boğazlaşmalardan, derinleşen yoksulluktan ve
devrimin kadınların koşullarında hiçbir değişikliğe yol açmayışından düşkırıklığına uğrayan
kadınların Katolik Kilise yanında saf tutmaları… “Bu nedenle, Cumhuriyetçi gelenek anti-
feminist olmuştur. Siyasal açıdan kadınlara yönelik çaplı bir güvensizlik üzerine
temellenmekteydi; onların erkeklerden çok rahiplerin etkisi altında olduğuna inanılmaktaydı. Bu
önyargı, Komün’ü de kadınların seçme-seçilme hakkını tanımaktan alakoyacaktır. [17]
ii) Proudhon etkisi: Komüncülerin büyük bölümü, Fransız küçük burjuva anarşisti
Proudhon’un etkisi altındadır. Bunun sınıfsal bir açıklaması var: 1872 sayımına göre Parisli
emekçilerin yüzde 42’si sanayide istihdam edilmektedir edilmesine, ama bunların büyük
bölümü, 10 kişiden az işçi çalıştıran küçük atölyelerde çalışmaktaydı. Fransız (erkek) işçilerin
kadınlara bakış açısı, küçük işletmelerin dar ufkunda biçimlenmişti. Bu bakış açısı, Pierre Joseph
Proudhon’un misojinisinde ifadesini bulur: kadınların fiziksel boyutlarının küçüklüğü ve cinsel
eylemdeki edilginliği, onun güçsüzlüğünün kanıtıydı; tüm fiziksel özellikleri, onun tek işlevinin
analık olduğunu kanıtlamaktaydı; beyninin ufaklığı ise, entelektüel madunluğunun göstergesi.
Kadınlar, tıpkı çocuklar gibi, soyutlama yetisinden yoksunlardı. Tüm bunlar, erkeklerin
kadınların efendisi olması gerektiğinin kanıtlarıydı.
Kadınların önünde yalnızca iki meslek durmaktaydı Proudhon’a göre: “ev kadınlığı ya da fahişelik.” Ve
onları denetim altında tutmak, kocanın göreviydi: zina, ahlâksızlık, ihanet, sarhoşluk, müsriflik, hırsızlık ve
ısrarlı serkeşlik nedeniyle öldürme hakkını da içeren bir yetke… [18]
I.3) Sovyet Devriminde Kadınlar
Aynı örüntünün Sovyet devriminde de yaşandığını görmek, ilginçtir. Devrim, özellikle emekçi kadın
kitlelerini yığınsal olarak harekete geçirmiştir.
20. yüzyıl başları Rusyası, nüfusunun yüzde 85’ini serflikten yeni kurtulmuş köylülerin oluşturduğu bir
toplumdur. Kırsal yapıya katı bir ataerkil hiyerarşi hâkimdir. Kırsal kesimde kadın okur-yazarlığı hemen hiç
yoktur. Kadim hane (dvor) ve komünal köy kurumları toprak mülkiyetini belirlemekte ve kadınların
5
yaşamlarını katı kurallarla sınırlandırmaktaydı. Teknolojinin son derece geri olduğu Çarlık Rusyası kırsalında,
köylü kadın kocasının ailesinin malıydı ve köleden farksızdı. Mevsimlik “eş” olarak kiralanıp hem tarla hem de
hanede çalıştırılan ve gebe kaldığında kapı dışarı edilen batrachkalar yaygın bir uygulamaydı.
Ama hayat 19. yüzyıl ortalarından itibaren sanayinin ağır aksak da olsa ilerlediği kentlerden doğru
dönüşecekti. Hele erkek sanayi işçilerinin yüzde 40’ının silah altına alındığı 1914 yılına gelindiğinde, kadınlar
açısından sahne radikal biçimde değişti. Kadınlar yığınsal biçimde fabrikalara, hastanelere, yol inşaatına doğru
akacaktı. 1913-1917 arasında Petrograd’da metal işkolunda çalışan kadınların oranı yüzde 3.2’den yüzde 20.3’e
yükselmişti. Ahşap sanyindeki kadınların sayısı yediye katlandı. Kâğıt imalatı, matbaacılık, hayvan ürünleri ve
besin işkollarında ise sayıları iki kat arttı. [19] 1914’te tüm Rusya’da kentsel işgücünün üçte biri kadınlardan
oluşmaktaydı. Savaş fiyatları tırmandırdıkça tırmandırırken, 10-12 saat çalışma sonucu kazanılan ücretler
ekmeğe yetmiyordu; çalışan annelerin durumu daha da zordu. Kreş ve bakımevlerinin yokluğunda fabrika işçisi
kadınların doğurdukları bebeklerin üçte ikisi bir yıl içinde yaşamlarını yitirmekteydi.
Kadınlar tıpkı Fransız Devrimi öncesindeki kızkardeşleri, tıpkı Komünarlar gibi mücadeleye giriştiler.
İşçi sınıfının daha tomurcuk hâlinde boy gösterdiği 19. yüzyıl sonlarından itibaren kadın işçiler erkeklerle omuz
omuza grevlerde, gösterilerde saf tutmaya başlamıştı. St. Petersburg’daki Novaya Pryadil’na fabrikasında
1878’de patlak veren grevde kadınlar ön saflardaydı. Orekho-Zeyevo’daki 1885 tekstil işçileri grevinde fabrika
binalarının tahrip edilmesi, Çarlık yönetimini alel acele kadın ve çocukların gece çalıştırılmasının
yasaklamasına yol açtı.
1895’de Yaroslav fabrikasındaki “Nisan Ayaklanması” kadın dokumacıların öncülüğünde başladı. St.
Petersburg’lu kadın işçiler 1894-96 arasında işçi sınıfını ayağa kaldıran grevlerde erkek yoldaşlarını yalnız
bırakmadılar; 1896 yazındaki dokuma işçilerinin tarihsel grevinde ise tezghları ilk terk edenler oldular.
Bu grev ve gösteriler Rus proletaryasının kadınları için hiç kuşkusuz bir okul olmuştur; bir kuşak
öncesinin aile kölesi mujikleri, kitleleri coşturan, bildiriler kaleme alan, güvenlik güçleriyle çatışan militanlara
dönüşmüşlerdi.
Kadınlardaki radikalleşmeyi dönemin polis kayıtlarından izlemek de mümkündür. 1860’larda tutuklanan
2000 kişiden yalnızca 65’i kadınlarken (yüzde 3), 1870’lerde 5664 siyasi tutuklunun 700’ünü (yüzde 12)
kadınlar oluşturacaktır. Narodnik silahlı eylemciler arasında kadın militanlar, hatırı sayılır bir yer tutmaktadır.
1880-90 arasında “terörist faaliyetler”den müebbet hapse mahkûm olan 43 devrimcinin 21’i kadındır. [20]
Öte yandan, kadın işçilerin eylemlerine özgül talepleri giderek daha çok damgasını vurmaktaydı. “1905-
1907 grev talepleri arasında kadın işçilerin ihtiyaçları öne çıkıyordu. Kadınları istihdam eden işkollarındaki
grevlerde bir şekilde ücretli doğum izni (genellikle doğum öncesi dört, sonrsı altı hafta), emzirme izni ve
fabrikalarda kreş açılmasından söz etmeyen tek bir belgeye rastlanamaz.” [21] Ve belki de en çarpıcısı: kadın
işçiler ustabaşları ve patronların taciz ve istismarlarına karşı da eylemlere girişmekteydi:1913’de Moskova’daki
Grisov fabrikasında patlak veren grevin gerekçesi, “fabrika yönetiminin tutumu, kabul edilebilir gibi değil.
Ancak fuhuş sözcüğüyle tanımlanabilir” idi. Kadın grevcilerin talepleri arasında, doğum/emzirme izni, eşit işe
eşit ücret vb.nin yanısıra, “özellikle kadın işçilere kibar davranılması, küfrün yasaklanması”nın yer alması
giderek yaygınlaşıyordu; 1911’de Yartsev’deki Khludovsky fabrikasında 5000 işçiyi greve çıkartan olay,
ustabaşlardan birinin kadın işçileri taciz etmesiydi… [22]
Kadınları yığınsal olarak proletaryaya çeken 1914 savaşı, kadın militanlığını daha da yoğunlaştıracaktı.
Devrim öncesinde yüzlerce kadın Bolşevik Parti’ye üye olmuştu, parti çalışmalarına yasal ya da gizli, her
kademede katılıyorlardı: yerel parti komitelerinde yöneticilik, kuryelik, ajitatörlük, parti yayınları…
Çünkü savaş hayatı daha da zorlaştırmıştı. Petrograd’da büyük çoğunluğu kadınlardan oluşan ekmek
kuyrukları kilometreleri bulmuştu. Ve Bolşeviklerin “Erkeklerimizi geri getirin!” sloganı, kentlerde olduğu
kadar kırsalda da yankılanıyordu.
Savaşın ilk birkaç ayının şaşkınlığı ve şöven havasını dağıtan, yine kadın emekçiler olacaktı. 6 Nisan
1915’te Petrograd’da et satışları bir günlüğüne askıya alındığında, kadınlar büyük kasap dükkânlarının
vitrinlerini aşağı indirerek tezgâhları yağmaladılar; aynı sahne iki gün sonra ekmek kıtlığı nedeniyle
Moskova’da tekrarlanacaktı. Kentin emniyet amiri üzerine yağan kaldırım taşlarından yara-bere içinde
kurtulabilmişti. Bu sahneler kısa sürede ülkenin tüm büyük kentlerine yayıldı.
Ekmek ayaklanmaları, “ekmek grevleri”ne kapı araladı: Haziran 1915’te İvanovo-Voznesensk’deki
grev, “un grevi” olarak anılır. Bir ay sonra ise, kadınlar savaşa son verilmesi, cezaevlerindeki işçilerin serbest
bırakılması için sokaklara dökülürler bu kez; grevin bastırılması, gösterilerin engellenmesi yönündeki polis
müdahalesi, otuz kişinin ölümüne yol açar. Kadınlar ateş etmelerini önlemek için kendilerini güvenlik
güçlerinin önüne atmaktadırlar.
6
Savaş işçileri hızla siyasallaştırır: 1915 yılı içerisinde gerçekleştirilen 928 grevin 715’i ekonomik, 213’ü
siyasal taleplere dayanmaktadır. Siyasallaşma 1916 boyunca daha da hızlanacak, yaygınlaşacaktır: yıl boyunca
siyasal amaçlı grevlere katılan işçi sayısı 280 943; ekonomik amaçlı grevlere katılan işçi sayısı ise 221 136’dır.
Ocak 1917 tarihli bir emniyet raporu, “dükkânların önünde sonu gelmeyen kuyruklarda beklemekten yorgun
düşmüş, aç ve hasta çocuklarının yüzlerini görme ıstırabına kalanan anaların artık devrime (…) çok yakın
olduğunu, ve bir kıvılcımın infilak ettireceği bir patlayıcı dükkânına benzedikleri için çok tehlikeli
olduklarını” [23] kaydediyordu.
1917’nin 8 Mart’ı emniyet raporunu haklı çıkardı.
Başlangıçta hiçbir radikal partinin o gün olay çıkartmaya niyeti yoktu. Her 8 Mart gibi, alanlarda
toplanılacak, bildiriler dağıtılacak, konuşmalar yapılacaktı. Hatta Petrograd’da Bolşevik Parti temsilcisi V.
Kayurov bir gün önce partili işçi kadınlara bireysel eylemlerden uzak durmalarını, partinin talimatlarına
uymalarını salık vermişti.
Ancak 8 Mart (23 Şubat) sabahı Petrograd’lı birkaç yüz dokuma işçisi kadın, bir günlük siyasal grev
çağrısı yapma kararı aldı. Aralarından seçtikleri temsilcileri komşu fabrikalara gönderdiler. Kayurov kadınların
grev çağrısından rastlantı sonucu bulunduğu bu fabrikalardan birinde haberdar olacaktı. Kadınların
“disiplinsizliği”ne çok öfkelendiğini itiraf edecekti sonraki anılarında.
23 Şubat öğlen vakti, işçi kadınların grevine 90 000 işçi katılmıştı. Bolşevikler kadınların çağrısına
çarnaçar uymak zorunda kaldılar… Grevci işçiler Viborg mahallesinden kent merkezine doğru yürürken
sabahtan beri ekmek kuyruğunda bekleyen kadınlar katıldı onlara. Hep birlikte Belediye Duma’sının önüne
yöneldiler.
Sokaklar gün boyu insan kaynadı. Her köşede toplaşıp dağılan kalabalıklar ekmek, barış ve daha yüksek
ücret taleplerini haykırıyorlardı: “Ekmek yoksa çalışma da yok!”
1917 Şubat devrimi başlamıştı. Tıpkı Troçki’nin dediği gibi: “Tabandan bir devrim başlayıp kendi
devrimci örgütünün direncini alt etti; inisyatifi işçi sınıfının en çok ezilen, en fazla aşağılanan kesimi, kadın
tekstil işçileri üstlenmişti.” [24] “Geleceğin tarihçileri Rus Devrimi’ni kimin başlattığını araştırırken angaje
teoriler yaratmasınlar,” diye yankılıyordu Pitirim Sorokin. “Rus Devrimi’ni ekmek ve ringa balığı isteyen aç
kadınlar ve çocuklar başlattı.” [25]
Çar devrilmişti…
II) Devrimler kadınların yaşam tarzlarında radikal değişimlerin ebeleridir.
Buraya kadar tartıştıklarım, devrimlerin kadın kitlelerini nasıl devinime geçirdiğini ve kadınların
yığınsal katılımı olmaksızın “devrim”den söz edilemeyeceğini yeterince segilemiştir umarım. Bir başka deyişle,
kadınların kitlesel katılımı, devrimlerin alâmet-i farikasıdır. Ama buna hemen bir şey daha eklemek gerekir.
Devrimler de kadınların yaşamlarında radikal değişimlere yol açar. Onların yaşam biçimlerini, toplumsal
konumlarını devrime öncülük eden sınıf(lar)ın dünya görüşü çerçevesinde yeniden biçimlendirir.
II.1) Sovyet Devrimi Kadınların Yaşamını Nasıl Etkiledi?
Bunu kaldığımız yerden, Sovyet devriminden devam ederek açımlamaya çalışayım.
Lenin, Sovyet iktidarının iki yılını değerlendirdiği konuşmasında şöyle diyordu: “İşçi hükümeti, daha ilk
aylarında kadınları etkileyen yasalarda tam bir devrim gerçekleştirdi. Sovyet hükümeti kadınları tümüyle
tabiyet altında tutan yasalarda altüst edilmedik tek bir taş bile bırakmadı. Özellikle kadının zaaflı durumundan
yararlanarak onu eşitsiz ve genellikle de aşağılayıcı bir konumda bırakan yasaları kastediyorum - yani boşanma
ve evlilik dışı doğan çocuklara ve kadının çocuğu desteklemesi konusunda babaya dava açma hakkına ilişkin
yasalar… Ve herhangi bir abartıya düşmeksizin, dünyada Sovyet Rusya dışındaki hiçbir ülkede kadınlara tam
eşit haklar tanıyan, kadınların özellikle aile yaşamında hergün hissedilen aşağılayıcı konumda olmadığı tek bir
ülkenin dahi bulunmadığını gururla söyleyebiliriz. Bu bizim birincil ve en önemli görevlerimizden biriydi.”
Gerçekten de, işçi hükümeti Ekim devriminin hemen ardından, üç görevi öncelikle önüne koymuştu:
derhâl barış ilanı, toprak sorunu ve kadınlara tam eşitlik…
Kadınlar konusunda yeni siyasal, medeni, iktisadi ve aile yasaları, yüzyılların mirası eşitsizlikleri bir
çırpıda gidermeyi hedefliyordu. Birkaç ay içerisinde çıkartılan yasalarla kadınlara tam seçme-seçilme hakkı
tanındı, devrimden altı hafta sonra kilise nikâhı yerini sivil nikâha bıraktı, bir yıl tamamlanmadan karı ile
kocaya tam eşit haklar tanıyan ve “meşru-gayrımeşru” çocuk ayırımını ilga eden bir evlilik yasası hazırlandı.
Evlenen çiftler soyadlarını birlikte seçebiliyor, kadının, erkeğin ya da birleşik bir soyadı alabiliyorladı.
7
Boşanma, 19 Aralık 1917 yönergesiyle kolaylaştırıldı. Karşılıklı rıza durumunda boşanma anında
gerçekleştirilebilecekti. Talebin tek taraflı olması durumunda kısa bir duruşma yapılıyordu. Zina, ensest ve
eşcinsellik ceza yasasından çıkartıldı. Sovyet yasası, “kimseye zarar gelmediği, kimsenin çıkarlarının
zedelenmediği sürece, devlet ve toplumun cinsel konulara müdahale edemeyeceği” ilkesine dayanmaktaydı [26] .
Sovyetler birliği, kürtajı sebest bırakan ilk ülke oldu. Kürtaj, devlet hastanelerinde, ücretsiz olarak
gerçekleştirilecekti. Çocuklar ise, toplumun sorumluluk alanındaydı. Bu sorumluluğun gerekleri, toplum adına
işçi devleti tarafından yerine getirilecekti. Devlet kreşten yüksek öğretime, ücretsiz olan eğitim ve sağlık
hizmetleri aracılığıyla, 18 yaşına dek çocuklarına bakmakla yükümlü olan ailelere destek olmaktaydı.
Yalnız medeni yasa değil. Eğitim, çalışma ve siyasal katılım alanlarında kadınların önlerindeki tüm
engeller kaldırılırken, tüm çalışan kadınlar için eşit işe eşit ücret ve ücretli doğum izni getirildi.
Ancak, Lenin’in de dediği gibi, “bu daha başlangıç”tı. İşçiler üretim üzerinde denetimi ellerine alırken,
“yeniden üretim” üzerindeki kontrolü de kadınların eline verecek çabalara girişildi, iç savaşın sıcağında…
Geleneksel ailenin iktisadi temelleri miras hakkının ilgası ve ölen kişinin mülklerinin devlete aktarılmasıyla
yok edilirken, aile içi cinsiyete dayalı işbölümü komünal kurumlarla ilga edilmeye çalışılıyordu: [27] kreşler,
yuvalar, ortak yemekhaneler, çamaşırhaneler, onarım merkezleri vb… kadının “yıkıcı, boğucu, aptallaştırıcı ve
aşağılayıcı” ev işlerinden kurtarılmasının (Lenin) önkoşulu olarak devreye sokuluyordu: iç savaşın sıcağında.
Kollontai, İktisadi Kalkınmada Kadın Emeği’nde (1923) 1919-20 arasında Petrograd’da nüfusun yaklaşık yüzde
90’ının, Moskova’da ise yüzde 60’ının ortak yemekhanelerde yediğini 1920’de tüm ülkede 12 milyon kadar
kentlinin ortak yemekhanelerden yararlanabildiğini söylüyordu. [28]
Konut mimarisinde de yenilikler denenmekteydi: hosteller, merkezi ısıtma, elektrik, sürekli sıcak su,
ortak çamaşırhane ya da kreşiyle özel konutlardan çok daha avantaj sağlayan komünal konutlar…
Yeni medeni yasadaki tam eşitlikçi yeni değerleri kadın yığınlarına mal edebilmek için Bolşevikler,
kadınlar arasında devasa bir seferberlik başlatacaklardı. “Milyonlarca kadını tarafımıza çekmeden proletarya
diktatörlüğünü uygulayamayız,” diyordu Lenin. “Komünizm olmadan kadınların kurtuluşunun
gerçekleşemeyeceği ne kadar doğruysa, kadınların tam kurtuluşu gerçekleşmeden komünizmin de olamayacağı
okadar doğrudur,” diye yanıtlıyordu Inessa Armand. [29]
Komünist kadınlar, tam eşit üyeler olarak parti organları içinde yer alacaklardı, burada kuşkuya yer
yoktu. Ancak parti üyesi olmayan milyonlarca kadına ulaşmak, onlar arasında sistemli bir çalışma yapabilmek
için ayrı bir örgüte gerek olduğu da ortadaydı. Sovyet devriminde kadınların yaşadığı büyük dönüşümün
mimarları, öncü Bolşevik kadınlar, Inessa Armand, Alexandra Kollontai, Klavdiia Nikolaeva ve Bolşevik Parti
sekreteri Yaakov Sverdlov’dan oluşan bir komisyonun örgütlediği, 1918’da toplanan Tüm Rusya İşçi Kadınlar
Kongresi, kadınların Sovyet iktidarına desteğini kazanmak, kadınları partiye, hükümete ve sendikalara çekmek,
ev köleliği ve ahlâki çifte standartlara karşı mücadele etmek, kadınları ev işlerinin yükünden kurtarmak için
ortak yaşam alanlarını yaygınlaştırmak, kadın emeği ve analığı korumak, fuhşa son vermek, kadınları geleceğin
omünist toplumuna uygun olarak eğitmek… gibi amaçları koymuştu programına. Bolşevik Parti’nin Kongre
kararıyla kurulan İşçi kadınlar arasında Ajitasyon ve Propoganda Komisyonu, Eylül 1919’da Parti’nin Kadın
Seksiyonu Zhenotdel’e dönüştü. Başkan, Inessa Armand’dı. Her düzlemde parti komitelerine bağlı olarak
fabrika ve köylerde kadınlar arasında çalışma yürütmek üzere Zhenotdel’de örgütlenen partili kadınlar bir
yandan yeni yasaların önlerine açtığı olanakları ülkenin en ücra köşelerindeki kadınlara anlatmayı, bir yandan
kadınları toplumsal ve siyasal yaşamın tüm alanlarına, özellikle de Bolşevik parti saflarına
katmayı, [30] böylelikle de ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu hâlâ boyunduruk altında tutan ataerkil gelenekleri
bertaraf etmeyi hedefliyorlardı. Zhenotdel delegeleri ülkenin her köşesinde okuma yazma kurslarından komünal
mutfakların, kreş ve çocuk yuvalarının örgütlenmesine, kadınlara yeni, eşitlikçi yasaların anlatılmasına, iç
savaşta kadınların destek ve katkısını sağlamaya, gönüllü çalışma tugaylarının örgütlenmesine, savaş
yetimlerine destek sağlamaya, Kızıl Ordu’da silahlı güç, sağlık görevlisi ya da lojistik destekçi olarak görev
almaya, kadınları ilgilendiren her alanda çalışmaktaydı. Örgütün aylık yayın organı Kommunistka (Komünist
Kadın)’nın tirajı 30 000’i bulmuştu.
Kadınların yaşamlarındaki devrimci dönüşümler ve Zhenotdel’in bu dönüşümlerdeki rolü en iyi, Orta
Asya Müslüman topluluklarda izlenir.
Bölge Sovyet devriminden sonra ağırlıklı olarak İslâm dini, aşiret düzeni ve feodal mülkiyet ilişkilerinin
hâkimiyeti altındadır ve bu üçünün kadınların yaşamını cehenneme çeviren birleşik etkisi, Orta Asya’yı karşı
devrim ocağı hâline getirmektedir. Kadınlar için ödenen başlık bedeli (kalyn) bireylerin değil, tüm bir klanın
yükümlülüğüdür ve klan üyelerini, kan davası yaptırımıyla da desteklenen karmaşık bir borç, sadakat ve
yükümlülükler sistemi içinde yerel toprak ağalarına bağlamaktadır. Tüm bu feodal borç ve yükümlülükler
sistemi ise, kadıların gözetimi altındaki dinsel hukukla desteklenmektedir.
8
Kadınlar bu sistemin hem tüm yükünü omuzlayan köleleri hem de zayıf halkasıdır. Küçücük yaşta
babaları tarafından, üzerlerinde yaşam ve ölüm hakkına sahip, dedeleri yaşındaki ihtiyarlara satılmakta, bütün
yaşamını kocasının ailesine hizmetle geçirmekte, her türlü güvenceden yoksun bir şekilde sokağa atılmaları ise
kocalarının iki dudağı arasından çıkacak tek bir söze bakmaktadır. Bebek ve doğum sırasında anne ölümleri
facia düzeyindedir.
Bolşevik Parti, Lenin’in uyarılarıyla saygı gören yerel kurumlarla doğrudan çatışma içine girmekten
kaçınır. Bunun yerine, yerel kurumları sistemli biçimde aşındıracak ve yeni Sovyet kurumlarınınüstünlüğünü
kanıtlayacak tedrici bir mücadeleye girişilecektir.
Sorun, sosyalizmin cazibesine kapılmış birkaç “kızıl molla”nın öne sürdüğü gibi “İslâm’ın sosyalizmi
içerdiği”ni kanıtlamak ya da Kur’an’la komünizm arasında bir uzlaşı aramak değildir. Bolşevikler Sovyet ve
Müslüman yasalarının bağdaşmazlığının bilincindedirler; hele ki kadınların temel hakları konularında.
Böylelikle, örneğin, ilkin geleneksel kadı mahkemelerinin yanısıra, Müslüman cumhuriyetlerde Sovyet
sivil mahkemeleri kurulur. Öncelikle kadı mahkemeleri siyasal davalara bakmaktan men edilir; ardından bir
davanın kadı mahkemesinde görülmesi, iki tarafın onayına bağlanır. Sovyet mahkemelerine yönelik kabul
genişledikçe, ceza davaları da onlara devredilir. Ardından kadıların Sovyet hukuk sistemiyle çelişen Şeriat
yasalarını dayatmaları yasaklanır. Biri Zhenotdel üyesi iki Sovyet temsilcisinin kadı mahkemelerine gözetimci
olarak katılıp kararları onaylaması koşulu getirilir. Nihayetinde, kadıları destekleyen vakıfların mülklerine el
konup yoksul köylülere dağıtıldığında, kadılar tümüyle ortadan kalkacaktır. [31]
Müslüman toplumları kazanmanın önemli bir ayağı, bölgenin kadınlarını kazanmaktır. Yerli militan
sayısının azlığında, Zhenotdel üyesi Bolşevik kadınlar, Orta Asya cumhuriyetlerinde son derece özverili bir
çalışmaya girişirler. Baştan ayağa çarşaflara bürünmüş, Özbek, Türkmen, Kırgız vb. kadınlar arasında okuma-
yazma kursları başlatırlar, asgari hijyen ve sağlık bilgileri sağlayacak kurslar düzenler, sağlık ocakları, ana-
çocuk sağlığı merkezleri açarlar, dağ tepe dolaşarak yeni yasaları ve kadınların kazanımlarını anlatırlar,
kadınların bir araya gelerek sosyal-kültürel faaliyetler örgütleyecekleri kulüpler örgütlerler. Örtünme ve küçük
yaşta evliliklere karşı çıkarlar…
Çıkarlarına yönelik bu kadın tehdidi, yerel güç odaklarını kısa sürede harekete geçirecektir. Kadın
çalışması yürüten Zhenotdel kadınları, hatta bu faaliyetlerde rol alan yerel kadınların parçalanmış cesetleri
bulunmaktadır sokaklarda. Öyle ki, Sovyet yetkilileri bu kadın cinayetlerini, idamla cezalandırılacak bir “karşı
devrimci suç” kabul edecektir.
Böylece Orta Asya’da da kadınların yaşamı yavaş yavaş değişmeye başlayacaktı. 1924’e gelindiğinde
seçme ve seçilme hakkını hayata geçirmeye başladılar. Partinin kadınları sandıklara çağırması, ilk kez kamusal
alana katılmalarını olaylaştırmaktaydı; yasal reformların yanısıra, toprak dağıtımıyla yerel güç odaklarının
etkilerinin kırılması, dinsel yetkelerin gerilemesi, her yanda pıtrak gibi biten üretici ve tüketici kooperatifleri,
kadınların tohum, araç ve eğitime erişimlerinin kolaylaştırılması, kadınları evlilik dışında da iki ayakları
üzerinde durabilecekleri bir yaşamın varlığına ikna etti. Bunu, özellikle küçük yaşta evlendirilen kadınların ve
ikinci, üçüncü eşlerin başlattıkları boşanma furyası izleyecekti.