“Eğer o muhteşemse,
kolay olmayacak. Kolaysa,
muhteşem olmayacak.” [2]
Bu sunuşu dört önerme çerçevesinde geliştirmenin uygun olduğunu düşünüyorum. Fransız
burjuvazisinin öncülüğünde “Tiers-état”nın aristokratlara ve Kilise egemenliğine karşı ayaklandığı 1789’dan bu
yana “modern” devrimler tarihinin tekrar ve tekrar doğruladığı dört önerme. Bu önermeleri, sınıf devrimlerinin
“klasik” kabul edilebilecek üç devrim momenti, 1789 Fransız devrimi, 1871 Paris Komünü ve 1917 Ekim
Devrimi üzerinden sınamak uygun olacaktır.
Görelim:
I) Devrimler toplumların altüst olduğu momentlerdir. “En alttakiler”i, en devinimsizleri üste, en
“arkadakiler”i öne çıkartır. Hiç kuşku yok ki kadınları da… Öyle ki, kadınların katılımı olmaksızın,
“devrim”den söz edilemez.
Egemen bir sınıf, ya da sınıflar blokunun “yönetemez” hâle geldiği, “alttakiler”in ise eski yönetim
biçimlerine karşı hoşnutsuzluklarını kitlesel biçimde ve şiddet dahil çeşitli araçlarla dışa vurdukları bir süreçte,
siyasal iktidarın, toplumun geri kalanını peşinde sürükleyen bir sınıfın inisiyatifiyle, üretim tarzını dönüştürmek
üzere el değiştirmesidir, en genel tanımıyla devrim. O güne dek kurulu düzeni sağlamaya yönelik kuralların
geçerliklerini yitirdiği momentlerdir. Hoşnutsuzluğun bu denli ortak, bu denli yaygın olduğunu gören “en
alttakiler”in yöneticilerine güven, saygı ve korkularını yitirdikleri, kendilerini konumlarına zincirleyen örf,
adet, inanç ve yasaları kırdıkları, kolektif enerjilerini serbest bıraktıkları momentlerdir.
“En alttakiler, en arkadakiler” dedim. Bunlar arasında kadınların hatırı sayılır bir yeri var.
I.1) Fransız Devrimi’nin Anlattıkları
1789 Fransız devrimiyle başlayalım mı?
5 Ocak 1789 Pazartesi sabahı beş-altı bin kadın Versailles’a yürüyüşe geçti; başlarını la Halle’den
kadınlar çekiyordu. Artlarından erkekler geliyordu, en gençleri kadın giysileri içindeydi. Çamura belenmiş,
yağmur ve terden sırılsıklam, bitik ve sarhoş, kadınların çoğu Marie Antoinette’e tehditler yağdırıyordu. 100-
150 kadın tarih yazıyordu. Maillard öncülüğünde Pelican sokağı kadınları ve domuz kasapları burjuva
hanımlara, dindar kadınlara, kocalarının kollarından çekip aldıkları kadınlara, ya da saçlarını kesme tehdidiyle
ya da ite kaka aralarına kattıkları ev kadınlarına hakaretler yağdırıyordu. Kraliyet sarayının önünde toplanan
kadınlar Flandres Bölüğü askerleriyle flört ediyordu (…) Meydanda bir at yere kapaklandı, ve hemen bu
yoksul, aç kadınlar tarafından parça parça edildi.
Kadın elebaşlarının Belediye binasının silah depolarından çaldıkları 70 kadar kılıç, kazmalar, kürekler,
kancalar ve demir çubuklarla silahlanmış çok sayıda kadın ve erkek o zamanlar Hotel de Menus-Plaisirs’de
toplanan Millet Meclisi’ni bastı. Vekiller kendilerini itip kakan öpen, giysilerini çıkartıp sıralar üzerinde
kurutan, kusan, şarkı söyleyen (…) kadınları sakinleştirmeye çalışıyordu.
Taine bu kadınları “çamaşırcılar, dilenciler, çıplak ayaklı kadınlar, gümüş vaadiyle gözleri boyanmış
kaba saba kadınlar” olarak betimlemekteydi. [3]
18. yüzyıl Fransası’nın “en alttakiler”iydiler. Açlık, yokluk ve sefalet yazgılarıydı adeta. Fransız
devrimi, tam da Paris’in 70 000 işsizi barındırdığı bir ortamda patlak vermişti. [4] 2 kiloluk ekmeğin fiyatı 8
Kasım 1788’de 12 kuruş, 28 Kasım’da 13 kuruş, 11 Aralık’ta 14 kuruş, Şubat 1889’da ise 14.5 kuruş olmuştu.
Bir işçinin gündelik ücreti 18-20, ama işçi eğer kadın ise, 10-15 kuruş arasındaydı. Yani iş bulabilecek kadar
şanslı bir kadın emekçi, günde 10-12 saat, bir-bir buçuk ekmek fiyatına çalışıyordu!
Ekmek alabilmek için her gün uzun kuyruklarda beklemek gerekiyordu. Kuyrukta bekleyenler, tabii
çoğunlukla kadınlardı. Erkekler ise, genellikle kadınları ite-kaka gerilere atıp sıranın başına geçiyorlardı. Özel
olarak dondurucu soğukların bastırdığı 1788/89 kışına uzun ekmek kuyruklarına yakacak sıkıntısı eklenmişti.
2
Tarih devrimden önce 300’ün üzerinde ayaklanma çıktığını kaydediyor. Çoğunda kadınlar en ön
saflardaydı. (Grenoble kentinde 7 Haziran 1788’de patlak veren ayaklanma, öfkeli kadınların garnizondaki
birlikleri tuğla yağmuruna tutmasından dolayı, “tuğla günü” olarak geçecektir tarihe…) Dolayısıyla asker-polis
şiddetiyle ilk karşı karşıya kalanlar onlar oluyordu. 1788-89 yıllarına ait doktor kayıtlarında düşüklerin
sayısındaki artış, çarpıcıdır! [5]
Başkaldırdılar. Açlığa, sefalete, baskılara. Ama aynı zamanda kendilerini siyasal katılımdan, eğitimden,
mesleklerden uzak tutan ataerkil zihniyete. Ve yalnızca yürüyüşlerle ya da çatışmalara katılarak
hoşnutsuzluklarını dile getirmekle yetinmediler. Aynı zamanda feodal ataerkinin kendilerini uzak tuttuğu
politik faaliyetlere de soyundular. 1789 Etats Generaux’ya [6] 30 kadar dosya hazırlayıp sundular örneğin:
kadınlık durumuna dair şikayetlerini bildirdiler, oy, boşanma, kendi temsilcilerini seçebilme haklarını talep
ettiler.
Ya da siyaset yasağını kulüplerin faaliyetlerine katılarak veya kendi kulüplerini kurarak baypas etmeye
çalıştılar. Kulüpler edebiyattan siyasete, her şeyin tartışıldığı derneklerdi ve sıradan insanlara politikaya
katılmanın aracını sağlıyorlardı. Kadınlara siyasal haklarının verilmesi, bu kulüplerde tartışma alanına girmişti:
Dönemin aydınlarından aristokrat Marquis de Condorcet, Temmuz 1790’da kadınların tam siyasal haklarının
tanınmasını savunan bir makale yayınladı örneğin. Makale dönemin aydın çevrelerinde hararetli bir tartışma
yaratacak, Condorcet çevresinde kendilerine “Sosyal Çevre” adını veren bir kadın hakları savunucuları
grubunun oluşmasına yol açacaktı. Bu grup bir süre sonra özel bir kadın seksiyonu oluşturarak kadınların
eğitim, boşanma ve mirastan eşit pay alma haklarını da ajandasına kattı.
“Sosyal Çevre” örneği, kadınlar tarafından kurulan kulüplerin mantar gibi bitmesine yol açacaktı:
Bunlar arasında en ünlüsü, taşralı bir aktris, Claire Lacomb ve çikolata imalatçısı Pauline Lèon’un Mayıs
1793’te Paris’te kurduğu ve faaliyetlerini kadınların siyasal haklarından çok, onları karşıdevrimci çabalara,
özellikle de Girondin’lere [7] karşı seferber etmeyi hedefleyen Devrimci Cumhuriyetçi Kadınlar
Derneği’ydi. [8] Kadınların devrimi savunmak için silahlanmasını talep eden dernek, radikal Montagnard erkekler
tarafından dahi, “fazla radikal” bulunacaktı.
Aslına bakılırsa, “fazla radikal” bulunan yalnızca Cumhuriyetçi Kadınlar Derneği değildi. Devrimin
“başını yediği” çok sayıda kadın arasında bir kadın özellikle anılmaya değer: Olympe de Gouges.
Olympe de Gouges, ya da gerçek adıyla Marie Gouze Montauban’lı mütevazı bir burjuva ailenin kızıdır.
Mutsuz evliliğinden kurtulmak için Paris’e kaçarak kentin hararetli siyasal yaşamına katılır. Önce oyun
yazarlığı… Ancak yoksulluk ve yoksunluk, hele ki kadınların yoksulluğu, suskun kalınamayacak kadar
yakıcıdır. Olympe konuşmaya başlar. Ateşli bir hatiptir; sözlerine Ulusal Meclis bile kulak verir: “Benim
cinsiyetimden söz etmeyelim. Kadınlar da cömertlik ve kahramanlığa aynı ölçüde yetilidir. Devrim bunu birçok
kez kanıtladı.” “Kadınların akıllarını yükseltmek için bir şeyler yapılana ve erkekler kadınların zaferini ciddiye
alacak kertede açık görüşlü olana dek, devlet refaha erişemez.” Açlık sorununu yok etmeye adamıştı kendini.
Burjuva kadınları arasında bağış kampanyaları düzenliyor, yoksullar yararına kamusal fonlar ve devlet
atölyeleri düzenlenmesi için çağrılarda bulunuyordu.
Yazgısı, 1789’da yayınlanan “İnsan Hakları Bildirgesi”nin, tek kelimesi değiştirilmeksizin 1791
Anayasası’nın dibacesine alınmasıyla değişti. Metindeki “insan”, erkekti, kadınların siyasal ya da toplumsal
haklarına en küçük bir atıf bile yoktu. Olympe de Gouge bunun üzerine kendi bildirgesini kaleme almaya karar
verdi: “Kadın Hakları Bildirgesi”. Bildirgede kadınlar için yasa önünde ve kamusal ve özel yaşamın tüm
alanlarında eşit haklar ve görevler talebinde bulunuyordu: “Kaınların darağcına çıkma hakkı olduğuna göre,
kürsüye çıkma hakkı da olmalı.” (md. 10) [9]
Bu kadarı radikal cumhuriyetçiler için de fazlaydı. Kral için yazdıkları (“Zayıftı; yanlış yönlendirilmeye
bıraktı kendini; hem bizleri, hem de kendini yanlış yönlendirdi”) da bahane gösterilerek 20 Temmuz 1793’te
tutuklandı, devrim mahkemelerinde kısa bir yargılanmanın ardından, 3 Kasım’da giyotine gönderildi…
1789, önce harekete geçirdiği kadınları, bir süre sonra susturacaktı!
I.2) Paris Komünü ve Kadınları
Aynı örüntüyü yüz yıl sonra 1871’de, yine Paris’te, bu kez proletaryanın ayaklanarak kentin yönetimini
72 gün boyunca ele geçirdiği Paris Komünü’nde de görmek mümkün.
1870 yazında patlak veren Fransa-Prusya savaşı, III. Napoleon yönetimindeki Fransa için felaketle
sonuçlanmış, Fransız ordusu Sedan’da Bismarck’ın kuvvetlerine teslim olmuştu. İzleyen siyasal kargaşada
Fransa’da cumhuriyet ilan edilecek, Şubat 1871 seçimlerinde oluşan Ulusal Meclis, Fransa taşrasının baskısıyla
3
sağcı-monarşistlerin belirgin ağırlğıyla biçimlenecektir. Hükümetin başı, monarşist-gerici Adolph Thiers’dir;
hem Meclis, hem de hükümet Paris’in kilometrelerce uzağındaki Versailles sarayından yönetilmektedir.
18 Eylül 1870’te imzalanan ateşkese kadar Prusya ordusunun işgali altında kalan Paris’teki hava ise son
derece farklıdır: İşgal hem Paris halkını iktisadî bir çöküşle karşı karşıya bırakacak, hem de radikalleştirecektir.
1870-71 kışı kentin karşı karşıya kaldığı en sert kışlardan biridir; besin ve yakacak sıkıntısı zirvededir; Şubat
ayına ekmek ayaklanmaları damgasını vuracaktır. Parisliler işsizlikten ve açlıktan kırılmaktadır; erkeklerin
çoğu için tek kurtuluş, gündeliği 1.50 franga Ulusal Muhafızlar’a yazılmaktır. Parisli erkekler bu sayede
silahlanırken, Ulusal Muhafız sayısı 300 000’e tırmanır.
Ulusal Muhafızların sayısındaki bu artış, Thiers’i de kaygılandırmaktadır; sonunda onları
silahsızlandırmak amacıyla harekete geçmeye karar verir. 18 Mart gecesi, birlikleri, Ulusal Muhafızlar’ın
elindeki topları teslim almak için harekete geçerler.