Bugun...


Temel Demirer

facebook-paylas
MARKSİZM + V. İ. LENİN = EKİM DEVRİMİ (NOTLARI)[*] -EKİM DEVRİMİ
Tarih: 22-11-2017 01:57:00 Güncelleme: 22-11-2017 02:28:00


Yazının öncesi için

EKİM DEVRİMİ

V. İ. Lenin’in, “Biz bu eserin yapımına başladık. Ne kadar zamanda, ne zaman, hangi ulusun proleterleri bu eseri sonuna vardırırlar bunun öze ilişkin bir önemi yok. Önemli olan buzun kırılmış, yolun gösterilmiş ve açılmış olmasıdır,” notunu düştüğü 1917 Ekim Devrimi işçi sınıfının tarihi açısından bir dönüm noktasıdır. İşçi sınıfının sosyalist bir devrimle iktidarı burjuvaziden alabileceğini kanıtlamıştır. Proletarya diktatörlüğünün sadece bir teori olmayıp, pratikte uygulanabileceğini göstermiştir.

Rusya’da o tarihte geçerli takvim Gregorian değil, Julian olduğu için 25 Ekim’de, Rusya’da ve Batı dünyasında takvime göre 7 Kasım 1917’de başlayan devrim ile sosyalizm bir ütopya olmaktan çıkmış gerçek dünyayla buluşmuştur.[13]

V. İ. Lenin’in mimarı olduğu Ekim Devrimi hakkında, “Kapital’e karşı devrimdir” der Antonio Gramsci!

Paris Komünü ardından tarihin ilk sosyalist devrimidir; Marksizmin somutlaşması, tarihsel praksisidir...

Kolay mı? XX. yüzyıldaki en “Büyük Devrim” olarak anılmayı hak eden Ekim Devrimi ile iktidarı ele geçiren işçi sınıfı, tarihte o güne dek (hatta belki bugüne dek) görülmüş en demokratik toplumu kurmayı denemişti.

Edward Hallet Carr’ın ekonomik, siyasal, ideolojik ve kişisel nedenlerini i) Rusya’nın birbiri ardınca gelen askeri yenilgileri; ii) Savaşın baskısıyla çöken Rus ekonomisi; iii) Bolşeviklerin etkin propagandası; iv) Çarlık hükümetinin tarım sorununu çözemeyişi; v) Petrograd fabrikalarında yoksullaşmış ve sömürülen proletaryanın birikmesi; vi) V. İ. Lenin’in ne yapmak istediğini bilmesi, oysa karşı taraftan hiç kimsenin ne yapmak istediğini bilmemesi[14] olarak özetlediği devrimde alınan ilk -ve en acil- kararlar şunlardı: i) Ezilen sınıfları öldüren, yoksul bırakan, farklı ulusların emekçileriyle karşı karşıya getiren emperyalist savaştan derhâl çekilme, yani barış; ii) Toprak sahibi olmayan köylülere toprak dağıtma; iii) Uluslar hapishanesi olarak bilinen çarlık bünyesindeki tüm ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını, koşulsuz olarak tanıma, iv) Tüm cinsiyetçi baskıları kaldırma (mesela, babası belli olmayan çocuklara “piç” demeyi kanunla yasaklama); v) kadınların bütün haklarını tanıma; v.) işçilere sınırsız düşünce ve örgütlenme özgürlüğü sağlama, vb’leri… Bu kararlar aynı zamanda devrimin niteliği ya da “kime ait” olduğunu da yanıtlamaktadır: Süregiden savaşta canları namlunun ucuna sürülen emekçi halk, işçiler, köylüler, ezilen uluslar, kadınlar…

Marksizm’in ilk büyük pratiği olarak Ekim Devrimi, işçi sınıfının örgütlenmesi yolunda, Paris Komünü ile birlikte hâlâ yolumuzu aydınlatmaya devam ediyorken; şu noktaların altını çizebiliriz:

i) Bolşevikler işçilerin, yoksul köylülerin ve askerlerin ağırlıklı kesiminin desteğiyle merkezi iktidarı ele geçirdiler.

ii) Öncü parti’nin önderliğinde Rus emekçileri dört yıl boyunca emperyalistlere ve büyük burjuvazinin ve gericiliğin güçlerine karşı devrimci vatan savunması savaşı verdiler.

iii) Rusya’yı savundukları strateji ve siyasal programla ancak Bolşevikler birleştirebilirdi ve onlar birleştirdi.

iv) Devrim, kapitalist gelişmişlik bakımından batının en geri, doğunun en ileri ülkesinde meydana geldi. Bu durum devrimin batıdan doğuya kaydığının, ‘Emperyalizm, Ulusal Kurtuluş Savaşları Çağı’nın başladığının da göstergesiydi.

v) Ekim Devrimi, revizyonizm ve bilimsel sosyalizm arasındaki mücadeleye hayatın verdiği devrimci cevap olarak da tarihe geçti. Emperyalist savaşın başlamasıyla kendi emperyalist ülke burjuvazilerinin geri kalmış ülkelere uygarlık getirdiğinin savunan sahte sosyalistlere karşı duran Bolşevikler, İkinci Enternasyonal partilerinin sahte vatan savunması propagandalarına karşı etkin bir mücadele verdiler.

Bu çerçevede Marksizmin dogmalaştırılmasına karşı yeni bir teorik atılımın öncülüğünü V. İ. Lenin önderliğindeki Bolşevikler gerçekleştirdi.

Örneğin Ekim Devrimi’nin dördüncü yıldönümü vesilesiyle yaptığı konuşmada, “Bu ilk zafer, nihai zafer değil henüz, Ekim Devrimi’miz bu zaferi emsalsiz cefalar ve güçlükler, işitilmemiş acılar içinde ve kendi payımıza büyük başarısızlıklar ve hatalarla gerçekleştirdi. Sanki başarısızlıklar olmaksızın, hatalar yapılmaksızın, tek başına geri bir halk, dünyanın en güçlü ve ileri ülkelerinin emperyalist savaşlarının üstesinden gelebilirmiş gibi! Hatalarımızı kabul etmekten korkmuyoruz ve biz bunları, bu hataları düzeltmesini öğrenmek için soğukkanlılıkla değerlendireceğiz. Fakat olgu şudur ki: yüzlerce, binlerce yıldır ilk kez köle sahipleri arasındaki savaşa, kölelerin bütün köle sahiplerine karşı bir devrimle ‘cevap vermek’ için verilen söz tamı tamına yerine getirildi -ve tüm güçlüklere rağmen yerine getirilecek,” diyen O ekliyordu:

“Ekim Devrimi’yle tarihin en büyük buluşu yapılmış, proleter tip bir devlet yaratılmıştır. Yeryüzünde hiçbir güç Sovyet devletinin yaratılmış olduğu gerçeğini yok edemez. Bu tarihsel bir zaferdir. Yüzlerce yıldır devletler burjuva modele göre yaratıldı ve ilk kez burjuva olmayan bir devlet keşfedildi. Yönetim aygıtımız bozuk olabilir; ama icat edilen ilk buharlı makinenin de bozuk olduğu söyleniyor. Hatta hiç kimse bu buharlı makinenin çalışıp çalışmadığını bilmiyor; ama önemli olan bu değil; önemli olan buharlı makinenin bulunmuş olmasıdır. İlk buharlı makinenin hiçbir işe yaramadığını varsaysak bile, somut gerçek, bugün artık buharlı makinelere sahip olduğumuz gerçeğidir. Yönetim aygıtımız çok bozuk olsa bile, onun yaratılmış olduğu gerçeği değişmez.”

“Kapitalistlerin kapı dışarı edildiği ya da en azından gerçek işçi denetimi tarafından disiplin altına alınan her fabrika, sömürücü toprak ağalarının kovulup topraklarına el konulan her köy, şimdi ve sadece şimdi, çalışan insanların yeteneklerini ortaya koyabilecekleri ve bir insan olduklarını hissedebilecekleri yerler hâline gelmiştir.”

Evet Ekim Devrimi’yle “İlk kez burjuva olmayan bir devlet keşfedildi”; V. İ. Lenin’in, “Tarihin en büyük buluşu yapılmış, proleter tip bir devlet yaratılmıştır,” deyişindeki üzere…

7 Kasım (eski takvime göre 24 Ekim) 1917’de dünya tarihi bambaşka bir şeye tanık oldu: Üreten ve yaratan baldırı çıplaklar devrimle burjuva iktidarını alaşağı edip, “Biz yöneteceğiz” diyerek sömürücülerin saltanatına son verdiler.

Bu bir ilkti! XX. yüzyılı şekillendiren devrimle “Buz kırılmıştı” V. İ. Lenin’in deyimiyle.

1917 ile 1919 arasında dünyada o güne kadar, gelmiş geçmiş en demokratik toplumun kurulmasına vesile olmuş devrimdir. İşçi sınıfının kazanımlarına bakacak olursak, işçiler rüyalarında bile göremeyeceği haklara kavuşmuş, çalışma saatleri 14 saatten 8 saate inmiş, bütün işçilere sendika hakkı verilmiş, fabrikalarda işçi Sovyetleri kurulmuş, mavi ve beyaz yakalı işçilere ücretsiz sağlık ve işsizlik sigortası hakkı verilmiştir. Fabrikalarda işçiler tarafından seçilerek Duma’ya gönderilen temsilcileri (bir nevi vekil) geri çağırma (görevden alma) hakkı bile vardı işçilerin.

Bununla yetinmeyen Sovyetler neredeyse bir işçi kadar evlerinde çalışıp, hiçbir hakkı olmayan ev kadınları için (onları hapis oldukları evden çıkarabilmek için) yemek evleri, çamaşırhaneler, kreşler kurup, kadınları bu sarmaldan çıkarmaya çalışmış, o dönemin dünyasında hayal olan kürtaj yasallaştırılmıştır. Ek olarak kadın işçilere pozitif ayrımcılık uygulanarak maden ve ağır saniyedeki görevlerine sınırlama getirilmiştir. (hamile kadınların maden ocaklarına girmesi, kaldırabilecekleri maksimum ağırlık vs gibi sınırlamalar).

Merkezinde insan(lık)ın özgürleşme meselesinin olduğu ve John Reed’in “Dünyayı Sarsan On Gün”[15] diye tanımladığı Ekim Devrimi “Ol(a)mayacak” denilen(ler)in yaşama geçirildiği bir praksistir.

Bu devrimle ilgili (birçok devrimde olduğu gibi) en yaygın yanılgılardan biri “Bolşevikler sarayı bastı, komünizm ilan edildi, bütün Rusya’da herkes devrimi alkışlarla karşıladı ve mutlu mesut günler geldi,” anlayış(sızlığ)ıdır. Hâlbuki söz konusu olan devasa bir Rus iç savaşıdır.

“Bitmedi daha sürüyor o kavga sürecek” diye anılan Ekim Devrimi yığınların, yığınsal mücadelelerin eseriydi; Murray Bookchin’in anlık karelerle devrim sürecini tahrif ettiği sözüm ona tahlillere rağmen![16]

 

SOSYALİZM

 

Nâzım Hikmet’in, “Sosyalizm,/ ekmeğimizde tuz,/ kitabımızda söz,/ ocağımızda ateş oluşu hürriyetin,// Ve hepsinden önemlisi, çocukların ama bütün çocukların,/ kırmızı elmalar gibi gülüşü,” diye tarif ettiği; “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ Ve bir orman gibi kardeşçesine/ Bu hasret bizim!” diye özetlediği veya Şeyh Bedreddin’in, “Yarin yanağından gayrı her şey ortak” dediği hâldir.

Bu yolda mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi ve insanın “birey” olma özgürlüğünü elinden alan, insanı makineleştiren, koyun sürüsü dönüştüren kapitalizmin aşılmasıdır. Yani insanın insan olma gereğidir; insan(lık)ın kendine yakışanı giymesidir.

Ya da Che Guevera’nın, “Bizim için sosyalizmin, insanın insan tarafından sömürülmesine son verilmesinden başka tanımı yoktur,” biçiminde tanımladığı sistemdir.

Siz bakmayın “Öldü” söylencelerine; sosyalizm açısından her şey Philip K. Dick’in, “Gerçeklik, siz ona inanmaktan vazgeçtiğinizde ortadan kaybolmayan şeydir,” saptamasındaki kadar sahicidir.

Ve nihayet üretim araçlarının kamulaştırılmasına ve bir azınlık yerine tüm ülkenin yararına üretim yapılmasını benimseyen “Sosyalizm, gerçekleşemeyecek bir düş değildir. Toplumsal evrim sürecinde bir ileri adımdır. Ve gerçekleşme zamanı gelmiştir.”[17]

İnsan(lık)ın böylesine acil bir gündem maddesi olan sosyalizm konusunda Cemil Meriç’in, “ İslâmdan haberi olmayanların İslâmı”; Mehmet Ali Aybar’ın, “Sosyalizmin şiddetle, tepeden inme buyruklarla gerçekleşmesi olanaksızdır”; Roger Garaudy’nin, “Sermayenin ilahlaştırılması kapitalizmi, bir milletin ilahlaştırılması faşizmi, bir sınıfın ilahlaştırılması ise sosyalizmi doğurur”; Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin, “Yahudiler gerçek tanrıyı bulmak için yaşadılar ve gerçek tanrıyı dünyaya bıraktılar... Yunanlılar doğayı tanrılaştırdılar ve dünyaya kendi dinlerini bıraktılar, felsefe ve bilimi... Roma devlet içinde ulusu tanrılaştırdı ve uluslara devlet düşüncesini bıraktı... Fransa uzun tarihi boyunca yalnızca Roma tanrısı düşüncesini geliştirmekten başka bir şey yapmadı ve sonunda Roma tanrısını kenara atarak dinsizliğe yöneldi. Bu şimdi sosyalizm adını alıyor,”[18] türünden ucuz “aforizmalar”ını bir kenara bırakırsak komünizmin başlangıç aşaması olarak sosyalizmin tarihsel misyonu, kapitalist üretim tarzını kaldırmaktır.

Sürdürülemez kapitalizmin insanı sıradanlaştıran, değersizleştiren, önemsizleştiren anlayış(sızlığ)ı karşısında, sosyalizm insanı temel alan, onu özgürleştirendir.

Örneğin paranın egemenliğine dayanan kapitalizmde insan(lık), bir sömürü malzemesi, bir nesneyken; milyonlarca insanı ayağa kaldıran sosyalizm insan(lık)ın özgürleşmesidir; insan(lık) sosyalizmle yeniden yaratılır.

Sosyalizm eşitlikçi özgürlük teorisine dayalı bir politikanın uygulamasıdır. Sosyalizm rekabet yerine işbirliğini, kâr yerine eşitliği öngörür.

Onursuzluğun, adaletsizliğin, sömürü ve kulluğun reddi olarak sosyalizm, kapitalizmi aşacak bir alternatif, bir ahlâktır; sosyalizmde ısrar, insan olmakta ısrardır.

Sosyalist eleştiri kapitalist sistemi ıslah etmek değil, onun yerine yeni bir toplumsal düzeni kurmak üzerinde yükselirken; Leo Huberman da ekler:

“Sosyalizm, bir cennet yaratmayacaktır.

İnsanlığın karşı karşıya olduğu sorunların tümünü çözmeyecektir.

Günahkârların evliya oluvermesi, cennetin yeryüzüne inivermesi, tüm sorunlara bir çözüm bulunuvermesi,

Ütopyacı sosyalistlerde olduğu gibi, sadece sunî olarak yaratılmış hayalî toplum sistemlerinde olur.

Marksist sosyalistlerin böyle hayalleri yoktur.

Sosyalizmin, sadece, insanlığın belirli gelişme aşamasındaki belirli sorunları çözümleyeceğini bilirler.

Bundan daha fazlasını iddia etmezler. Ama bu kadarının bile hayat düzenimizi geniş ölçüde iyileştireceğine inanırlar.”[19]

Terry Eagleton’ın tanımıyla, “Başkasının mutluluğundan mutlu olma hâli” olarak insan(lık) onuruna en yakışan sosyalizmin bir yüzünde “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz,” diğer yüzünde “Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine” yazarken o beraber ve özgür yaşamanın matematiğidir.

Eşitlik kadar özgürlüğü, özgürlük kadar da eşitliği savunan sosyalizm bir rejim olmanın ötesinde, bir yaşam biçimiyken; sınıflı toplumların parçaladığı, lime lime ettiği ve birbirinden kopartılan, rekabet içinde yalnızlaştırılan, atomize edilen insan(lar)ın bütünleşme sürecidir. Dayanışma içinde birlikte üreten, birlikte yaşamı örgütleyen, dinlenmeyi, eğlenmeyi bu kolektif kültürün üzerine inşa eden bir süreç olarak görülmelidir.

Bunun yanında sosyalizm; kadının özgürleşme sürecinin adıdır.

Sosyalizm; binlerce yıllık sınıflı toplumlarının parçaladığı emek sürecinin yeniden bütünleştirilmesi işlemidir. Yeni bir insanın yaratılmasıdır.

Sosyalizm, binlerce yıldır dayatılan yönetici/yönetilen tabakalaşmasının ortadan kaldırılma sürecidir. Kapitalizm ancak kendi sınıfına ihanet etme potansiyeli olan emekçileri yönetici yapar.

Sosyalizm köy ve kentin bütünleşme sürecidir. Tarım modern ve kolektif üretimin konusu olurken, kentlerin insanın doğaya ve insanın insana yabancılaşmasının mekânı olmaktan kurtulmaya başlamasıdır.

Sosyalizm en nihayet, ulusların bütünleşme sürecidir. Halkları enternasyonal bir kültürel zenginlik içinde bütünleştirmek için büyük bir olanak sunar.

V. İ. Lenin’in, “Sosyalizm… yani ne zengin ne de yoksulun olacağı, bütün toprağın, bütün fabrika ve işletmelerin tüm emekçi halkın elinde bulunacağı bir sistem,”[20] diye tanımladığı hâl; Karl Marx’a göre, sosyalizm komünizme geçiştir; proleterya diktatoryasıdır. (Unutulmasın: Sınıflı toplumlarda birisinin özgürlüğü arttığında, diğerinin mahkûmluğu derinleşir!)

Sosyalizmin en basit tanımı, kapitalizmden komünizme geçiş sürecidir. Bu nedenle sosyalizm = komünizm düşüncesi hâliyle yanlıştır. Komünizm de üretim araçları tüm kamuya aitken, sosyalizm de devletin mülkiyetindedir. Yani kamunun olmasa bile devletin mülkiyet hakkı vardır. Çünkü devlet vardır.

Sosyalizmin nihai hedefi komünizm ise, V. İ. Lenin’in ‘Devlet ve İhtilal’inde ifade ettiği gibi, sınıfların, devletin, sınırların ve ayrımcılığın olmadığı dünya çapında bir sistemdir. Sosyalizmin zaferi dünya çapında mümkündür. Bunun en temel nedeni de, sosyalizmin ortadan kaldıracağı kapitalizmin bir dünya sistemi olmasıdır.

İşçi sınıfının kapitalizmi ortadan kaldırıp komünist topluma varabilmesi için bir ara aşamadan geçmesi gerekir ki bu geçiş döneminin adı proletarya diktatörlüğüdür (veya işçi demokrasisi). İşçi sınıfı, devrimle birlikte burjuvazinin ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş olan devlet aygıtını yıkacak, onun yerine kendi ihtiyaçlarına uygun bir devlet (sönümlenen yarı-devlet) kuracaktır. Bu devletin idaresinde, kapitalizmde egemen olan demokrasi baş aşağı çevrilecek ve gerçek bir demokrasi hâline getirilecektir: İşçi ve emekçilere demokrasi, burjuvaziye diktatörlük! İşçi sınıfı bu demokrasiyi kendi özyönetim organları olan Sovyetler aracılığıyla işletecek, üreten olduğu gibi yöneten de olacaktır...

Karl Marx sosyalizmi bir “geçiş aşaması” olarak tarif eder, kendi sistematiği içinde nihai hedef olarak belirlediği ise, sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya olarak betimlediği komünizmdir. En nihayetinde sınırlar ve sınıflar kalktığında devlet mekanizması da eski anlamıyla yok olacaktır. Geçişin ne kadar kanlı ya da kansız olduğu değil mesele, ana hat kesintisiz bir biçimde devinen bir toplum ve ideolojik olarak eskinin kurumlarını silmiş bir hayattır. Diğer tüm çizilen hatlar geçersiz ve boştur.

Kadir Cangızbay’ın metaforuyla, “Bisiklet sosyalizmdir, bastığın (emeğin) kadar gidersin ve sadece kendi emeğinle, başkasının emeğini sömürmeden ilerlersin.”

Yani sosyalizmde eşitlik emek boyutundadır. Sosyalizm bir bisiklettir ve herkes emeği kadar ilerler. Eşitlik iş imkânlarında, adalette ve insani değerlerin korunmasında eşitliktir. Sosyalizmin temel şiarı “Herkese yeteneği kadar iş ve emeği kadar artı değer” parolasında gizlidir. Yani beş birimlik bir iş yapan iki bireyin de kazanımları eşittir ve olması gereken de budur. Yoksa kimse niteliğinden fazla bir şey yapmaz ve yaptığından daha fazla artı değer elde etmez.

Evet “Komünizm’e giden yol” olan sosyalizm için V. İ. Lenin şunların da altını çizer: “İşte kapitalizmin bağrından henüz çıkmış bulunan ve bütün alanlarda eski toplumun izlerini taşıyan bu komünist toplumu, Marx, komünist toplumun ‘birinci’, ya da alt evresi olarak adlandırır. Üretim araçları, daha şimdiden, artık bireylerin özel mülkiyetinde değildir. Tüm toplumun malıdır.”

Fakat burada geçerli olan “eşit nitelikte emeğe eşit nicelikte ürün” ilkesi esasen birçok bakımdan eşit olmayan bireyleri bir tuttuğu için henüz burjuva hukuku geçerlidir. “Bir yandan üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyetini korurken, bir yandan da emek eşitliğini ve ürünlerin bölüşümündeki eşitliği korumakla yükümlü bir devletin zorunluluğu, bu nedenle sürer. Bundan böyle, kapitalistler olmadığı, sınıflar ve dolayısıyla tepesine binilecek bir sınıf olmadığı için, devlet sönümlenir. Ama edimsel eşitsizliği onaylayan “burjuva hukuku” korunmaya devam edildiğine göre, devlet henüz büsbütün yok olmamıştır. Devletin büsbütün sönmesi için, tam komünizmin gerçekleşmesi gerekir.”

Özetle sosyalizm ile komünizm arasındaki fark, çok kısaca şöyledir: Sosyalizm = “Herkesten emeğine göre, herkese emeği kadar”… Komünizm = “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar”…

Ve nihayet sosyalizm, “insan” ve “emek”tir; ama kesinlikle “Parayı veren düdüğü çalar,” değil!

Bu bağlamda “Sosyalizm nedir?” sorusuna günde 18 saat yeraltında çalışan Bolivyalı maden işçisinin yanıtının, “Güneşi her gün görebilmektir,” ya da Barış İnce’nin, “Tüm ağaçların yemiş vermesi ama tek bir dalın bile eğilmemesidir,”[21] olması boşuna değildir.

Çünkü uluslararası bir hareket olan sosyalizmin programı, dünyanın bütün ülkelerinde aynıdır: Barbar rekabet sisteminin yerine, kolektif çabaya dayanan ortak zenginlik için işbirliğini koymaktadır. Her insanın gönencinin, bütün insanların gönenci ile gerçekleşebileceği, insanların kardeşliğine dayanan toplumu kurmaktır.

Evet, insan(lık)ın oksijene olduğu kadar sosyalizme de ihtiyacı vardır. Çünkü insan(lık) var oluşuna mündemiç bir turnusol kağıdıdır sosyalizm…

“İyi de sonrası” mı?

Eşitsizliğin ortadan kaldırılmasına yönelik bir girişim ve cüret olarak sosyalizmin her hamlesi başarılı olacak diye bir şey yok...

Sosyalizm kesinlikle soru(n)suz olmayan sistemdir; ama hemen vurgulamalı: kapitalizmden yüzlerce kat daha kusursuzdur.

70 yıllık sosyalizm deneyi, kapitalizmden komünizme proletarya diktatörlüğü altında geçişin düz bir hat izlemeyeceği, sosyalizmin sorunsuz, pürüzsüz bir toplum olmadığı gerçeğini ortaya koydu.

Sosyalist sektörel ülkeler topluluğu ve yönetici komünist partileri sosyalist inşa sürecinde, sosyalizmin sorunlarını çözmede birçok zorluklar yaşadılar. Sağa ya da sola savruldular. Karanlık bir ormanda yol açarlarken; onarılması güç hatalar yaptılar.[22]

Gerçekler olduğu gibi kabullenilip kavranmadan, dünya nesnelliği içinde yorumlanmadan, sosyalizm ve proletaryanın çıkarları yönünde değiştirilemez. Sosyalizmin hatalarını, zaaflarını ve tüm sorunlarını nesnelliği içinde kavrayamazsak bunlardan kurtulamayız.

Marksist-Leninistler, sosyalizmin 70 yıllık deneyimlerine karşın henüz çözümleyemediği sorunlarının olduğunu kabul etmelidirler.

Ancak bu ön kabul yeni bir sıçramanın trampleni olmalıdır; “Sosyalizm öldü!” hezeyanlarının, sosyalizmin değerlerine, halkların geleceğine saldırıların değil.

 

NİHAYET

 

Tuçolski’nin, “Hazır olun! İmkân dahilinde olmayana, beklenmedik şeylere ve olana,” uyarısını durmadan anımsamak/ anımsatmak durumunda olduğumuz kesitte, “Gracias a la Vida/ Teşekkürler Hayat” diyerek; Wilhelm Weitling’in, “Kocaman bir ateş yakacağız; kağıt paralardan, tahvillerden, vasiyetnamelerden, vergi dosyalarından, kira kontratlarından, borç senetlerinden ve herkes kendi cüzdanını da bu ateşin içine atacak,” umudunu harlı tutmak büyük öneme sahip…

O hâlde “Sızlanmayınız yoldaşlar! Biz kesinlikle yeneceğiz çünkü biz haklıyız.” “Sağlam durun, birlik olun. Düşmana korkusuzca saldırın. Zafer bizim olacak,” diye haykıran V. İ. Lenin’i anımsayın…

Her şeye karşın tarihin derinliklerine gömülmüş, biten bir şey yok. Şarkımız sürüyor!

Şunun inkârı mümkün değil: Kapitalizmi aşamazsak çürüyeceğiz!

Sürdürülemez kapitalizmin yıkım gerçeğini yok edemezsek, mevcut çürüme ve yabancılaşma dipsiz bir kuyu gibi insan(lık)ı yutacak; V. İ. Lenin’in, “Eğer bir toplumda, devrim ve toplumsal değişim için koşullar olgunlaşmışsa, ama bu toplumsal değişimi gerçekleştirecek bir güç yoksa, o toplum için için çürümeye başlar” saptamasındaki üzere…

Şimdi bir kez daha tekrarlayalım:  ‘Komünist Manifesto’nun, “Varsın egemen sınıflar bir komünist devrim korkusuyla titresinler. Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok. Kazanacakları bir dünya var. Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz!”[23]

 

24 Eylül 2017 14:44:31, İstanbul.

 

N O T L A R

[*] 19 Ekim 2017 tarihinde Antakya’da düzenlenen “Ekim Devrimi’nin 100. Yılında ‘Ekmek Gül ve Özgürlük Günleri İçin’ Şiarıyla Biraraya Geliyoruz” etkinliğinde yapılan konuşma… Kaldıraç, No: 195, Ekim 2017…

[1] V. İ. Lenin.

[2] Fuad Safaro, “Orhan Pamuk: Lenin’e Saygı Duyarım Ama...”, 25 Şubat 2017… https://tr.sputniknews.com/turkiye/201702251027387343-orhan-pamuk

[3] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, Çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.

[4] “Marksizm ve pozitivizmin de bazı ortak noktaları vardır. Her ikisinin de temeli materyalizmdir ve analitik yönteme başvururlar. Temel farklılık kuşkusuz, pozitivizm sadece dünyayı anlamaya çalışırken, Marksizmin onu değiştirmeyi hedeflemesidir. Başka bir deyişle, pozitivizm, kategori ve kavramlarını bütün kusurlarıyla mevcut bir gerçekten çıkarırken; Marksist kategori ve kavramların biçimlendirilmesi, diyalektik yöntemin olaylar ve eylemler aracılığıyla, tarihin şimdi ve burada oluşması sırasında uygulanması yoluyla olur. Örneğin pozitivist yöntem, varsayımların denenmesi için geleneksel çift değerli Aristo mantığının uygulanmasını içerir (istatistiki sonuç çıkarmayı hipotezler açısından geçersiz saymak tamamen Aristocu bir araçtır): hipotezler ya doğrudur ya da yanlış ve bir kere kategorileştirildiklerinde hep öyle kalırlar. Diğer taraftan diyalektik, karşıtların yorumlanmasına izin veren, çelişki ve paradoksları içine alan ve çözüm sürecine işaret eden bir anlama süreci sunar. Eğer doğruluk ve yanlışlık hakkında anlamlı bir şekilde konuşmak mümkünse, doğruluk, diyalektik süreçten türetilen ifadelerden çok, sürecin kendisinde yatar. Bu ifadeler ancak zamanın belli bir noktasında ‘doğru’ olarak belirtilebilir ve her hâlükârda, başka ‘doğru’ ifadelerle çelişebilirler. Diyalektik yöntem gerektiğinde analizi tersine çevirmemize, çözümlere sorun, sorulara çözüm gibi bakmamıza izin verir.” (David Harvey, Sosyal Adalet ve Şehir, Çev: Mehmet Moralı, Metis Yay., 2003, s.123.)

[5] “Marksizm, fikir olmadan önce ahlâktır. Bencilliği yenmeden, yalan söylemeyi bırakmadan, ruh ve fikir disiplinine girmeden Marksist mi olunurmuş!” (Kemal Tahir.)

[6] Mahir Çayan’ın devrim tanımı: “Marksist devrim teorisi hem determinist hem de volontaristtir (iradecidir). Bu ikili yön diyalektik bir bütün oluşturmaktadır. Devrimin olabilmesi için maddi bir temelin varlığı şarttır. Üretici güçler devrim için gerekli olan (belli bir) seviyede olursa devrim olabilir. Bu anlamda Marksist devrim teorisi, deterministtir. Fakat sadece devrimin zaferi için üretici güçlerin belli bir seviyede olması, objektif şartların olgun olması yetmez. Devrimin zaferi için ihtilâlci inisiyatif de gereklidir. Bu anlamda da Marksist devrim teorisi volontaristtir…

Marksist devrim anlayışı, sürekli ve kesintisiz bir ihtilâl sürecini öngörmektedir. Devrim, halkın devrimci girişimiyle -aşağıdan yukarı- mevcut devlet cihazının parçalanarak, politik iktidarın ele geçirilmesi ve bu iktidar aracılığıyla -yukarıdan aşağıya- daha ileri bir üretim düzeninin örgütlenmesidir.”

[7] Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1970.

[8] “Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya/ Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya/ Anamız çay demliyor ya güzel günlere/ Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa/ Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız/ Bu, böyle gidecek demek değil bu işler/ Biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz/ Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını/ İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.” (Cemal Süreyya.)

[9] “14 Temmuz 1789’da Paris’te devasa kalabalıklar dalga dalga Bastille’in etrafını kuşatmadan, veya 23-24 Şubat 1917’de Petrograd bulvarlarında çarın askerleriyle karşı karşıya gelmeden önce, her iki şehirde de halk yoksul mahallelerde ve işçi sınıfı semtlerinde yaşamsal politik bağlarını zaten kurmuştu.

Sadece şehirlerde değil köylerde de bu durum geçerliydi. Radikal tarihçilere bakmayın siz, onlar Marx’ın, kendi zamanının Fransız köylüsünü bencil bulmasına dayanarak köylüleri hor görürler ama eğer tüm köylü toplumları XIX. yüzyıl Fransız köylüsüne benzeseydi, köylülerin kendini feda edercesine savaştığı Vietnam savaşını ya da 1912 Meksika devrimini açıklamak imkânsız olurdu.

Kapitalizm öncesi tarımsal toplumların güçlü ve kolektivist köy birliklerini anlamazsak bugün Rusya bizim için sır olarak kalırdı. XVI. yüzyıl Reformasyon’undan endüstri çağı işçi ve köylü ayaklanmalarına, baskı altındaki insanlar halka dayanan toplumsal dayanışma biçimlerini ve potansiyel yeni toplumun halka dayalı yapısını yaratmışlardı.”

Kökleri komünal yaşamdan gelen bu dayanışma ağları sonradan tarih araştırmalarına genellikle kapalı tutuldu ve büyük devrimlerin tarihçileri tarafından, hak ettiği ilgiyi görmedi.” (Murray Bookchin, Köylü İsyanlarından Fransız Devrimine: Devrimci Halk Hareketleri Tarihi, Cilt:1, Çev: Sezgin Ata, Dipnot Yayınevi, 2012, s.25-27.)

[10] V. İ. Lenin, Bir Adım İleri, İki Adım Geri: Partimizdeki Bunalım, Çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1969.

[11] Nadejda Krupskaya, İşte Lenin, çev: İsmail Yarkın, İnter Yay., 1995.

[12] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, Çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.

[13] 1917 Nisan’ında V. İ. Lenin Finlandiya Garı’nda konuşur ve gerçekleşmek için küçük bir kıvılcım bekleyen devrimin kime ait olduğunu anlatırken şunları der: “Değerli yoldaşlar, askerler, denizciler ve işçiler; sizin şahsınızda Rus devrimini selamlamaktan, sizi dünya proleter ordusunun öncüsü olarak selamlamaktan mutluyum... Yoldaşımız Karl Liebkneckt’in çağrısı üzerine, halkların silahlarını sömürücü kapitalistlere çevirecekleri saat hiç de uzak değil. Bu korsanca emperyalist savaş, bütün Avrupa’da bir iç savaşın başlangıcıdır... Uluslararası sosyalist devrim başlamış bulunuyor... Bütün Avrupa kapitalizmi bugün-yarın yıkılabilir, yapmış olduğunuz Rus devrimi yolu açmış, yeni bir çağın başlangıcı olmuştur. Yaşasın dünya sosyalist devrimi!”

[14] Edward Hallet Carr, Tarih Nedir?, Çev: Gizem Gürtürk, İletişim Yay., 2004, s.147-148.

[15] John Reed, Dünyayı Sarsan On Gün, Çev: Erdoğan Gürkan, Oda Yay., 1996.

[16] “Ekim Devrimi’nde büyük kitleler ‘sokaklara dökülmedi’. Büyük kitlesel yürüyüşler yapılmadı; çok sayıda işçi, asker, hatta sıradan vatandaş sokakları doldurmadı. Petrograd halkı, bunun yerine günlük normal işleriyle ilgilendi. Bir yere kadar, ayaklanma neredeyse kansız oldu; Lenin’in kendisi de ayaklanmanın çok kolay olmasına hayret etti. Kışlık saray’ın ele geçirilmesi sırasında elbette ara sıra ateş edildi, ama saraya ‘saldırı’, Sergey Ayzenştayn’ın yarı belgesel Ekim filminde gösterdiği gibi, çarpışmalarla, açılan yoğun ateşler altında gerçekleşmedi. Bazıları kazara, sadece dokuz denizci ve altı saray muhafızı öldürüldü. (en etkileyici olay, asker ve seyirci kalabalığının sarayın devasa şarap mahzenini ele geçirip, kızıl muhafızlar ve birlikler onları dışarı çıkarana kadar çarın kaliteli şaraplarını alırken yaşandı.) Hükümet ayaklanmacı birliklere büyük bir uysallıkla teslim olmuştu. Çok zayıf bir direniş gösterdiler -hükümetin emrinde çok az askeri güç vardı- ve ADK’nin (askeri devrim komitesi) ayaklanmayı tamamlaması için 30.000 kızıl muhafız, denizci ve asker yetmişti.” (Murray Bookchin, 1905’ten 1917’ye Rus Devrimleri, Dipnot Yay., s.293.) Bookchin’in bu anlatısı, devrimin ardından yıllar süren ve emekçi kitlelerin dişleriyle, tırnaklarıyla katıldığı iç savaşı görmezden gelmektedir!

[17] Leo Huberman, Sosyalizmin Alfabesi, Çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1966.

[18] Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Ecinniler, Çev: Mazlum Beyhan, İş Bankası Kültür Yay., 2012.

[19] Leo Huberman, Sosyalizmin Alfabesi, Çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1966.

[20] V. İ. Lenin, 1905 Devrimi Üzerine Yazılar, Çev: Ragıp Zaralı, Yöntem Yay., 1976.

[21] Barış İnce, “Sosyalizm Nedir?”, 20 Kasım 2011… http://www.muhalefet.org/yazi-sosyalizm-nedir-baris-ince-26-497.aspx

[22] “Devrimciler daima aceleci olmak zorundadırlar. İlerlemenin kaybedecek vakti yok.” (Victor Hugo, Sefiller, Çev: Volkan Yalçıntoklu, İş Bankası Kültür Yay., 2015.)

[23] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, Çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976



Bu yazı 1636 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI