Bugun...



Amberin Zaman yazdı: Darbede ‘Amerikan parmağı’

Ve örneğin 15 Temmuz gecesinde başlayan kanlı darbe teşebbüsünün, ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendi gücünü pekiştirmek üzere kurguladığı bir kumpas olduğu’ yönündeki görüş Washington’daki kanaat önderleri arasında hakimmiş deniyor. Gerçekten böyle mi? Türkiye konusunda en çok kalem oynatan isimlerden Council on Foreign Relations’dan Steven Cook, The Atlantic Council’dan Aaron Stein ve The Bipartisan Policy Center’dan Nicholas Danforth’a sorduğumda, hepsinden aynı cevabı aldım: “Darbe gerçekti.”

facebook-paylas
Tarih: 27-07-2016 23:59

Amberin Zaman yazdı: Darbede ‘Amerikan parmağı’

 

Darbede ‘Amerikan parmağı’

Amberin Zaman

 

Ülkemizde cereyan eden bu olağanüstü günlerde algı ile gerçek arasındaki farkı ortaya koymak biz gazetecilerin en asli görevi.

Taraf tutmadan, mümkün mertebe, sakin ve objektif bir dille verileri sunmak…

Ne yazık ki darbe öncesinde olduğu gibi algı operasyonları tam gaz devam ediyor. Bu Türk-Amerikan ilişkilerine dair yazı ve yorumlarda da hemen göze çarpıyor. ‘Darbe ABD’nin desteğiyle gerçekleşti’ iddiası durmaksızın ortaya atılıyor.

Ve örneğin 15 Temmuz gecesinde başlayan kanlı darbe teşebbüsünün, ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendi gücünü pekiştirmek üzere kurguladığı bir kumpas olduğu’ yönündeki görüş Washington’daki kanaat önderleri arasında hakimmiş deniyor.

Gerçekten böyle mi?

Türkiye konusunda en çok kalem oynatan isimlerden Council on Foreign Relations’dan Steven Cook, The Atlantic Council’dan Aaron Stein ve The Bipartisan Policy Center’dan Nicholas Danforth’a sorduğumda, hepsinden aynı cevabı aldım: “Darbe gerçekti.”

Çoğu, darbenin arkasında ‘Fethullah Gülen’e yakın geniş bir grupla birlikte hareket eden karma bir yapı’nın olduğunu tahmin ediyor.

Ben de aynı fikirdeyim.

İsimlerinin kullanılmaması şartıyla konuşan ABD’li yetkililer, Gülencilerin işin içinde olduğunu güçlü olasılık şeklinde değerlendiriyor. Hiçbiri darbe için‘kumpas’ demiyor.

Zaten ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass, CNN Türk’e verdiği mülakatta bunu net şekilde ortaya koydu. Üstelik ‘önemli sayıda Gülen sempatizanın darbe içerisinde yer aldığının göründüğünün’ altını çizdi.

Ne var ki ABD’nin darbenin ardından verdiği ilk tepki tam bir skandaldı.

“Halkın seçtiği iktidara yönelik herhangi yasadışı eylemi kabul edilemez buluyor, şiddetle kınıyor ve karşısında duruyoruz” demek yerine kupkuru “Durumu izliyoruz” sözleriyle yetindi.

Oysa Obama’nın derhal Erdoğan’ı araması ve hükümete desteğini dillendirmesi gerekirdi. Bunlar yapılmış olsaydı ‘Darbenin arkasında Amerika var’ iddiaları bu denli rahat pazarlanamazdı.

ABD’li yetkililere neden ‘ağırdan alındığını’ sorduğumda “Bürokrasi çarkı bizde yavaş çalışıyor” mealinde cevaplar aldım.

Belli ki hazırlıksız yakalandılar. Bu tereddüt hali aynı zamanda bize Obama yönetiminin Erdoğan ve AK Parti iktidarına yönelik olumsuz bakış açısının da ipuçlarını sunuyor.

Şüphesiz darbe başarılı olsaydı, yönetimde kimi isimler Erdoğan’ın ardından gözyaşı dökmeyecekti. Washington’un Mısır’da Sisi darbesi karşısında benimsediği tavır zaten ortada. ABD kendi çıkarlarını her şeyini önüne koyuyor.

Ve tam da bu yüzden darbede ‘Amerika’nın parmağı’ olduğu iddiası bana pek mantıklı gelmiyor.

Bir kere son dönemde Suriyeli Kürtler nedeniyle gerilen Türk-ABD ilişkileri yumuşamaya başlamıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan sonbaharda ABD’ye resmi ziyarette bulunmak için zemin yokluyordu. IŞİD’e karşı mücadelede bir ortak payda yakalanmış gibi görünüyordu.

ABD’nin verdiği bir dizi güvence sonucunda Türkiye, YPG öncülüğündeki Menbiç operasyonuna yönelik itirazlarını dillendirmez olmuştu. Bu arada ABD’nin arabuluculuğu sayesinde Musul yakınındaki Başika kampına gönderilen takviye Türk özel kuvvetleri yüzünden Bağdat ve Ankara arasında patlak veren kriz çözülmeye yön tutmuştu.

Hal böyle iken, Türkiye’yi bir iç savaşa kadar sürükleyebilecek, bölgedeki kaosu katlayacak ve IŞİD’e karşı yürütülen mücadeleyi sekteye uğratacak bir darbeyi Washington neden istesin?

Ankara açısından ABD parmağına işaret eden başlıca unsur tabii ki Fethullah Gülen’in Pensilvanya’daki varlığı.

Gülen’in kaderini iki unsur belirleyecek. Birincisi Türkiye’nin sunduğu 4000 küsur sayfalık dosyayı ABD makamlarının ikna edici bulup bulmaması.

İkinci husus ise Gülen’in Türkiye’ye iade edildiği takdirde adil yargılanıp yargılanmayacağı.

Olay esas bu noktada düğümleniyor.

Zira OHAL kanunuyla elini güçlendiren iktidar, adaletin değil düşman bellediği her kişi ve kurumu yok etmenin peşindeymiş gibi davranıyor.

İktidar yanlısı medya Erdoğan’a eleştirel yaklaşan herkesi düzmece haberlerle hedef gösteriyor. Bu arada Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli’ye el uzatılırken yine halkın oylarıyla seçilen Selahattin Demirtaş yok sayılıyor. Tüm bunlar ülkeyi daha da kutuplaştırdığı gibi ekonomiyi de olumsuz etkiliyor.

Halbuki Türkiye yeni bir hikaye yazmak, iç barışı filizlendirmek için altın fırsat yakalamıştı. Bunun yerine Türkiye’nin daha da otoriterleştiği ve dolayısıyla Gülen’in adil yargılanmayacağına dair görüş pekişiyor.

Görüştüğüm birçok gözlemci Gülen’in iade edilme olasılığının gittikçe zayıfladığını savunuyor.

Oysa Gülen’e ilişkin iddialar sonuna kadar araştırılmalıdır. Türkiye’de adil yargılanacağı bir ortam ivedilikle sağlanmalıdır.

Ve suçlu olduğu somut delilerle sabitlenirse, Türkiye’deki dengeleri altüst etmesine olanak sağlanan bu şahıs, cezasını çekmelidir.




Kaynak: Diken

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 957 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Basından yazılar Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI