Siyasettin Mafyalaşması ya da Mafyanın Siyasallaşması
1648 yılında İngiltere devrimci köylü isyanını yürüten düzleyiciler gurubunun broşüründen alıntı.
Merkez siyasetin yakın tarihte mafya ile girdiği izdivaç ve mafyanın siyasete yön vermesinin, kimi zaman gizli, genellikle açık bir biçimde süregeldiğine tanıklık ediyoruz. Değişen aktörlere karşın bu ilişki, istikrarlı bir şekilde kendini yeniden var etme kapasitesinden bir şey kaybetmeden günümüze kadar geldi. Derinleşen bu ilişkilerin nedenlerini ve yarattığı sonuçları doğru anlamak için siyaset mafya ilişkisinin, kimin hangi ihtiyacını karşılamak için serpilip geliştiğine, siyasette ne tür roller üstlendiğine, ülkeyi karanlığa sürüklerken, kimin bundan çıkar sağladığına iyi bakmak gerekir. Bu da yakın tarihimize bir göz atmakla mümkün olabilir.
1980’li yıllarda Özal liderliğindeki ANAP hükümetinin, Türkiye ekonomisini Küresel
sermayeye entegre etme çabası ile, o günkü deyimle Kürtlerle yaşanan ”düşük yoğunluklu
savaş” gerilimi, bölgede OHAL (Olağanüstü hal) ilanı, devlet eliyle kara paranın aklanması, özelleştirme adı altında yaşanan yağma, bankaların özelleştirilip içlerinin boşaltılması, bankerlik adı altında yaşanan iktidar destekli dolandırıcılık, ülke ekonomisinin
önemli bir kısmını kara paraya bağımlı hale getirdi. Hiç kuşku yok ki, kara paranın hacminin
büyüklüğü milliyetçi sağ politikacılar ile mafya ilişkilerinin sıklaşması ve gittikçe
sistematikleşmesine zemin teşkil etti. Tarihte Ermeni ve Rum mallarına çökme fiili yakın
tarihimizde iktidarların desteği ile yeniden aktive edilerek, yandaşların kamu ya da muhalif iş
adamlarının mallarına çökmesi biçiminde tezahür etti. Hiç kuşku yok ki, siyaset- mafya
ilişkisinin çerçevesi sadece parayla sınırlanamaz, ki sınırlanamadı. Siyaset mafya ilişkisi,
başta güvenlik ve hukuk olmak üzere hayatın her alanını sarıp sarmaladı. Giderek siyaset,
güvenlik ve adalete yön verir hale geldi. ANAP’ın neoliberal, muhafazakar ucube dünya
görüşü gereği, neoliberal tarafı, ekonominin gelişmesi için Kürt meselesinin çözülmesi
gerektirdiğini işaret ederken, muhafazakar tarafı güvenlikçi politikalarla şiddeti tırmandırmayı
işaret etmekteydi. Toplumun barış beklentisini boş çıkaran ANAP, mafya siyasetine teslim
olarak savaşı tırmandırma yoluna girdi. Bu işaret karmaşası ANAP iktidarının sonunun
gelmesinde de tayin edici rol oynamıştır.
1991 erken genel seçimleri öncesi Demirel’in Digor mitinginde “Kürt realitesini tanıyoruz” ifadesi, SHP (Sosyal Demokrat Halkçı Partinin) HEP’li vekillere kendi listesinden yer vermesi, toplumun önemli bir kesiminin desteğine mazhar oldu ve ardından Doğru Yol, SHP koalisyonu kuruldu. Demirel daha sonra “Kürt realitesini tanıyorum demekle, Kürtlerin
varlığını tanıdığımı kast etim” diyerek, toplumun barış beklentilerini boşa çıkardı. Bu iktidar
döneminde düşük yoğunluklu savaş kronikleşme yoluna girdi. Bir taraftan düşük yoğunluklu
savaş öte yandan Demirel’in ”Devlet bazen rutinin dışına çıkabilir“ ifadesi iktidarın
mafya ile ilişkilerinin anlatısı oldu. Bu dönem Faili malumlar yoğunlaştı. Demirel’in
Cumhurbaşkanı seçilmesi ile Tansu Çiler dönemi başladı. 1994’te polis DEP’li vekilleri
meclisten sürükleyerek gözaltına aldı. CHP’nin öncülü SHP kimi fevri çıkışlar dışında suspus biçimde olayları izledi. Adı İstanbul Bankasının hortumlanmasında geçen Tansu Çiller liderliğindeki iktidar bir taraftan A takımı diye nitelendirdiği, Mehmet Ağar, Hayri Kozakçıoğlu, Saffet Arıkan Bedük gibi emniyet ya da OHAL kökenli vekillerin denetiminde, Abdülkadir Aksu, Meral Akşener gibi kimseleri de ekleyerek devlet içinde özerk bir savaş aparatı oluşturdu. ABD’nin Irak'a müdahalesi ile birlikte ortaya çıkan boşluğu fırsata çeviren bu ekip, mazot, tarihi eser ve uyuşturucu kaçakçılığının hakimi oldu. Kaçakçılık işlerinde korucu başları, kimi asker, emniyet ve MİT görevlileri ve yine bunlara bağlı araçların aktif görev aldığı iddialar arasındaydı. Zira bu aparat, büyük savaş vurgununu perdelemek için, Kürt coğrafyasında asker, emniyet güçleri ve Kürt korucu başları ile köy yakmalar yaparken, batıda ise mafya eliyle faili malumları, yanı sıra Gazi mahallesindeki türden provokasyonları yaparak korku iklimi yaratıyorlardı. Öznesi olduğu çözümsüzlük siyaseti, iktidarının çözülmesiyle
sonuçlandı.
1996 seçimleri ile birlikte Erbakan'ın Başbakanlığında Refah Yol iktidarı kuruldu. Muhalefete Kürt meselesinde kimi radikal öneriler yapan Erbakan derin devlete teslim olmuş vaziyette rutin dışı faaliyetleri sürdürmekte geri kalmadı. Ancak 3 Kasım 1996 tarihinde
“Susurluk Kazası” olarak tarihe geçecek Emniyet mensubu Hüseyin Kocadağ yönetimindeki,
DYP Urfa Milletvekili korucu başı Sedat Bucak ve Başta 7 Tip'li öğrenciyi katleden, bir dizi
cinayetin faili ve aranan Abdullah Çatlı ve sevgilisi Gonca Us’un İstanbul yolunda aynı
arabada Kaza geçirmesi ile ortaya çıkan devletin rutin dışı yüzü, toplumun bir çok
kesiminden tepkilere neden oldu. Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemlerinin
yaygınlaşmasıyla Refahyol iktidarının sonu gelmiş oldu.
28 Mayıs 1999 tarihinde kurulan DSP, ANAP, MHP yeni koalisyon hükümeti, kendinden önceki iktidarlardan devir aldığı devlet politikalarını, Abdullah Öcalan’ın Kenya’da ABD tarafından yakalanıp Türkiye’ye teslim edilmesini idamın kaldırılma şartına bağlaması
nedeniyle idamı kaldırmayı kabul etmesi dışında , rutinin dışına kalmamaya özel
bir özen gösterdi. Zaman zaman Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz'ın "Avrupa birliğine giden yol
Diyarbakır’dan geçer" sözleri, Tansu Çiller'in, dış gezi yolculuklarında uçakta, “Kürt
meselesinin çözümü için BASK modelini uygulayacağız” şeklindeki
açıklamaları havada kalmanın ötesine geçememiştir. Uzun savaşın yarattığı ekonomik yıkım, Ecevit Başbakanlığındaki iktidarın sonunu getirmiş oldu.
2002’de yapılan seçimlerde Fazilet Partisinden ayrılan genç kadroların kurduğu AKP
toplumda umut uyandırdı. Oyların yüzde 34,3’nü alarak, 365 milletvekili çıkararak tek başına
iktidar oldu. AKP’nin iktidar olmasında, toplumun geleneksel siyaset ve siyasetçiden umut
kesmiş olması başat rol oynadı. Dolayısıyla AKP sonrası, DYP, DSP ve ANAP gibi partiler
siyasi tarihin tozlu raflarındaki yerini almayla sonuçlandı.
OHAL'i kaldırarak tarihi bir adım atan AKP iktidarı, Avrupa Birliği Uyum Sözleşmesi
kapsamında işkenceyle mücadele, toplantı ve gösteri özgürlüğünde adımlar atarak,
demokratik açılım yapacağı konusunda toplumun önemli bir kesimini ikna ederek, hem
oylarını artırdı, hem ideolojik hegemonya alanını genişletmiş oldu. Avrupa Birliğiyle iyi ilişkiler
içine giren iktidar İstanbul Sözleşmesine ev sahipliği yaptı. Türkiye’de geleneksel bir sorun
olan askerin siyaset üzerindeki vesayeti ile mücadele ederek geleneksel siyaset rutininin
dışına çıkacakmış gibi yaptı. Buna paralel Kürt meselesini demokratik yollarla çözeceğine
toplumu ikna etti. Öyle ki, Kürt meselesini demokratik yollarla çözme konusunda toplumun
yüzde 70’nin desteğini aldı. Ancak askeri vesayetle verdiği mücadelede zaferle çıkınca, demokratikleşme yönünde derinleşecek yeni adımlar atmak yerine, geleneksel rejimi kendine bağlı olarak yeniden inşa etme yolunu girdi. Bu yönelim iktidar ortağı FETÖ ile yol ayrımı ile sonuçlandı. Bozulan ortaklık çatışmaya dönüşünce yeniden yolsuzluklar, talanlar, rüşvetler ve mafyatik ilişkiler ortaya saçılmaya başladı. Bozulan ortaklık ve ortaya çıkan yolsuzluklar sonucu toplum desteği zayıflayan iktidar yeni ortak arayışına girdi. Tam bu periyotta AKP iktidarına karşı, CHP ile kısmi ortak gibi davranan MHP kongreye hazırlanmaktaydı. Lider partisi olan MHP’de geleneksel siyaset çatırdıyor, lider ölmeden bir başka ülküdaş liderlik için aday oluyordu. Devlet Bahçeli’nin karşısında Meral Akşener adaylığı, Bahçeli’nin iktidarını tehdit altına almış, kongre yargıya taşınmış, bu durumu fırsata çeviren AKP yargıya müdahale ederek Bahçeli’nin parti içindeki iktidarının devamlılığını sağlamış, ancak parti ikiye bölünmüş, Meral Akşener liderliğinde İYİ Parti adında yeni bir Milliyetçi parti ortaya çıkmıştır. Seçim yasasında yapılan değişiklikler ile seçime birkaç partinin ittifak ile girmesi yasalaştırıldı. MHP bölünmeden önce sert muhalefet ettiği Başkanlık sistemini savunur hale geldi. Kan kaybına uğrayan AKP’ye kan vererek başkanlık sistemini yasallaştırmada destek vererek yeni bir sisteme geçişin kapısını açmış oldu. Yasama, Yürütme ve Yargının Saraya hapis edildiği bu yeni dönemde, aynı zamanda MHP, AKP’nin iktidar ortağı ve kayyumu olarak politik arenada yerini almış oldu . Bu ittifakta yer bulması mümkün olmayan İYİ Parti ise filen CHP’nin kayyumu olarak siyaset sahnesinde konumlandı.
Cumhur ittifakına yön veren MHP, Millet ittifakına yön veren İYİ partinin, ortak paydaları sadece aynı gelenekten gelmeleriyle sınırlı değil. Irkçılıkta birbiriyle yarışıyor
olmalarının yanı sıra iki partinin liderleri de geçmiş iktidarlarda denenmiş ve çözümsüzlük
siyasetinin parçaları olan mafya ile derin ilişkiler içinde oldukları biliniyor olmasıdır. Zira MHP’nin bölünmesi ideolojik değil, mevcut ideolojik hatta kimin liderlik yapacağına dayanmaktaydı. Türkiye siyaset tarihinde bir ilke karşılık gelen, birbirlerinin aynısı olan iki Faşist partinin hem iktidar hem muhalefet siyasetini belirleyen duruma gelmesidir. Bir başka ifade ile bölünen faşist siyasetin kendi kendini yedekleyerek büyüyor olmasıdır.
Cumhur İttifakı zayıflıyor, Millet ittifakı aynı oranda güçlenemiyor.
Millet ittifakının siyasi ekseni son derece amorf olan, güçlendirilmiş parlamenter sistem lafzına dayanmaktadır. Bu siyasi eksen şu sorulara yanıt vermekten uzak kalmaktadır. Güçlendirilmiş parlamenter sistem toplumun hangi yakıcı sorununu çözmeyi hedeflenmektedir. Kaldı ki, Cumhur ittifakıyla aralarındaki oy farkına bakınca, Ne Anayasa değişikliği yapabilecek vekile sahip olabilecekler, ne de Anayasanın ilgili maddelerini referanduma götürebilecek sayıya sahip olabilecekler. Dolayısıyla mevcut başkanlık sistemine dokunamayacaklardır. Böylesi bir afaki programla Cumhur ittifakını iktidardan etseler bile, çaresizce onun bugün sürdürdüğü güvenlikçi politikaları sürdürmeye mahkumlar.
Başta Kürt sorunu olmak üzere, Alevi, kadın, yüzleşme, yoksulluk, yolsuzluk, savaş, barış meselelerinde iktidardan farklı ne düşündüğünü ortaya koyamayan millet ittifakı, topluma güven vermekten uzak bir siyaset izlemektedir. Dokunulmazlıkların kaldırılması, savaş tezkerelerinin imzalanmasında iktidarla aynı yerde durmaları, geleceğe dair umut
vermediği gibi, iktidarın utangaç ortağı olduğunu kabul eden durumda olduklarını göstermektedir. Millet ittifakının, HDP üzerinden Kürt meselesine bakışı, buna bağlı olarak içine girdiğimiz Ortadoğu savaş siyasetine karşı yaklaşımın, iktidar olmaları durumunda siyasi rotalarının ipuçlarını vermektedir. Kürt meselesinde siyasi çözümden yana olmayan bir politikanın, geçmişiyle yüzleşmesi mümkün olmadığı gibi, devletin mafyadan arınması söz konusu bile olmaz. Zira, kuruluşundan bu yana Komünizm ideolojisi ve Kürt sorununu kırmızı çizgisi ilan den cumhuriyet, topal Osman’ları, Mehmet Ağar’ları kendisi yaratmıştır. Bu çizgi değişmedikçe iktidarların değişmesi, demokratikleşmek anlamına gelmeyecektir. Bir başka ifade ile, sorun rejimin kendini üzerinde inşa ettiği temelde yatmaktadır. Bu yapısal soruna çözüm üretilmedikçe ağacı budama misali sistem kendini gürleştirerek varlığını sürdürecektir
Emek, Barış, Özgürlük blok ya da ittifakı
Bugün, bütün ülkenin saraydan yönetildiği, varlığı biçimsel olan güçler ayrılığının ilga, yasamanın kadük edildiği, tek adam rejiminin pençesinde, bölgede bir savaş aparatına dönüşmüş olan bir güçle karşı karşıya olduğumuz gerçeğini ufukta tutarak, bu karanlıktan çıkış için , güçlü bir sol inşa etmemiz gerekmektedir.
Emekten, barıştan, özgürlükten yana olan bütün sol, sosyalist, özgürlükçü
demokratların, bir odak oluşturmaları, bu odağın toplum üzerinde ideolojik hegemonya
kurması için çalışmaları en önemli görevdir. Komünistler, sosyalistler, Anarşistler,
devrimciler, demokratlar, ez cümle emek, barış ve özgürlükten yana güçler, herhangi bir
ittifaka mahkum olmadan, toplumsal muhalefeti yükseltecek, kendi odaklarını- ittifaklarını
kurarak, ülkenin geleceğinin inşasında kendi bağımsız kimlikleri ile tarih sahnesindeki yerlerini almaları, gerekliliğin ötesinde zorunluluktur. Zira sol sosyalist muhalefetin görevi sadece mevcut iktidara karşı olmak değil, onun toplumsal, siyasal ve ekonomik politikalarına karşı da alternatiflerini ortaya koymak , iktidarın politikalarını sürdüremez hale getirecek devrimci bir barikat, ideolojik bir hegemonya kurmaktır. Aksi durum da bütün enerjimizle, yakın tarihimizde olduğu gibi, mevcut iktidarın gitmesi için mücadele ederiz, ancak gelen iktidar giden iktidarın politikalarını sürdürmeye
devam eder.
Son söz yerine, onca mücadele ve ödenen bedeller, içinde Dersim’in, Zilan’ın, Maraş’ın, Çorum’un, Sivas’ın vb. katliamların olduğu eskiye özlem için yapılmadığına göre, demokratik inşa için tüm kurum ve kişilerin ortak çabası ile Anti Faşist bir ittifakın kurulmasıyla mümkün olacaktır. Bu ittifak başta CHP içinde barış adalet mücadelesi veren ve çaresizlikten farklı partilere oy veren kesimlere umut olacak radikal bir programa sahip olmalıdır. Montaigne’nin şu veciz söylemiyle yazıyı bitirelim “Hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgar yardım edemez”
YanıtlaYönlendir
|