Bugun...


Temel Demirer

facebook-paylas
KAPİTALİZMİN YARATTIĞI TABLO MU DEDİNİZ?
Tarih: 27-09-2017 02:34:00 Güncelleme: 27-09-2017 02:38:00


KAPİTALİZMİN YARATTIĞI TABLO MU DEDİNİZ?



 

TEMEL DEMİRER



 

I) KISA BİR ÇERÇEVE

 

I.1) İŞLEYİŞİ, ÖZELLİĞİ, TANIMI



 

II) NEO-LİBERAL YIKIM

 

II.1) EŞİTSİZLİK, AÇLIK!

 

II.2) YOKSULLUK ÜRETEN ZENGİNLİK

 

II.3) ÇOCUKLARDAN İŞÇİLERE…

 

II.4) TÜKETİM+YABANCILAŞMA LABİRENTİ



 

III) BELİRSİZ GÜNCEL HÂL

 

III.1) SAVAŞ=MİLİTARİST BİRİKİM

 

III.2) KAOS GÜZERGÂHI

 

III.3) “YÖN DEĞİŞTİRME KRİZİ”

 

III.1) DEMOKRASİ YANILSAMASI VE NEO-FAŞİZM



 

IV) NİHAYET!

KAPİTALİZMİN YARATTIĞI TABLO MU DEDİNİZ?[*]

 

TEMEL DEMİRER

 

“Kapitalizmin temel yasası

ya sen ya da bendir.

İkimiz birden değil.”[1]

 

Kapitalizm, parıltılı bir çöp yığını hâline getirdiği yerkürede; yaşa(tıl)dığımız “karmaşık” gerçekliği, “basitçe” ifade etmemizi, anlamamızı sağlayan bir felakettir.

Günümüzün en korkunç gerçekliğidir![2]

Komutan Yardımcısı Marcos, “Düşmanın birçok yüzü vardır, ama tek bir ismi var; kapitalizm,” uyarısına konu olan “İleri bir korsanlık sistemidir,” Thorstein Veblen’in saptamasındaki üzere!

 

I) KISA BİR ÇERÇEVE

 

Maksim Gorki’nin, “Kapitalistleri seviniz; çünkü sizin kuvvetinizi yiyip yutuyorlar; kapitalistleri seviniz; çünkü dünyanızın bütün hazinelerini boşu boşuna mahvediyorlar; demirinizi sizi öldüren silahlar yapmak için harcayanları seviniz; çocuklarınızı bile bile açlıktan geberten hergele tohumlarını seviniz; kendi rahat ve huzurları uğruna sizi topyekûn öldürenleri seviniz; kapitalisti seviniz; çünkü kapitalistin kilisesi, düşünceleri sizi kara cahilliğin karanlıkları içinde tutmaktadır,”[3] satırlarıyla deşifre edilmesi mümkün olan kapitalizm konusunda en net tanımı V. İ. Lenin verir:

“Kapitalizm denen toplum düzeninde, toprak, fabrikalar, makineler vb bir avuç toprak ağasının ve kapitalistin elinde toplanmıştır, halk yığınlarının ise hiç ya da hemen hemen hiç mülkiyetleri yoktur ve bu yüzden, ücret karşılığında çalışmaları gerekmektedir.”

Rosa Luxemburg’a göre, sonu barbarlık olan kabaca günümüz sosyal ve iktisadi sistemlerinin bütününe denk düşer kapitalizm…

Kan ve sömürüden beslenen kapitalizm hakkında Rosa Luxemburg, “Kapitalist üretimin amacı ve iteleyen sebebi, doğrusu artı değeri sadece herhangi bir miktarda, bir defaya mahsus gasp etmek değil, aksine artı değerin ölçüsüz, hiç bitmeyen bir artışta, hep daha fazla miktarda gasp edilmesidir.”

“Kapitalist üretim tarzının, daha önceki iktisat biçimlerinde amaç olan tüketimin sadece asıl amaca: kapitalist kârın birikimine yarayan bir araç olması vasfı vardır. Sermayenin öz büyümesi, bütün üretimin başlangıcı ve sonu, aslî amacı ve anlamı olarak görülmektedir,” derken; kapitalizm hakkında şu üç öğenin altını ısrarla çizer:

Birincisi, kapitalizm başlangıcından itibaren bir dünya sistemidir.

İkincisi, kapitalist gelişme, sermaye birikiminin temel sürecinden başlayarak, hem politik hem de ekonomik bir hadise -yani politik mücadeleyi, ihtilâfları, şiddeti içeren bir süreçtir.

Üçüncüsü, kapitalist gelişmenin tarihsel sınırları için de, “Eğer kapitalizm her yerde hüküm kurar, dünyadaki bütün insanlar için tek üretim biçim hâline gelirse, daha fazla yayılamaz ve gelişemez. O zaman olanaksızlığı çok açık bir şekilde görülür,” der.

Özetle Rosa Luxemburg’un temel tespiti, “Kapitalizm sadece sürekli hareket, genişleme ve yayılma içerisinde olanaklıdır ve dünya sistemi olmaya uğraşır. Ancak dünya sistemi olarak olanaksızlaşır.”

Bunların yanında Fernand Braudel’e göre de, “eşit olmayan serbest piyasa” ve “küçük bir azınlığın imtiyazı”dır.

Pierro Sraffa için, “Kâr ve bu kârı elde etmek için kullanılan aracın (sermayenin), “malı, mal üretimi için kullanmak”, malların alım ve satımını sağlamak veya hizmete dayalı işgücünü arz etmek ve satmak suretiyle birikimini (accumulation) sağlayan toplamların işleyiş tarzıdır.”

Georg Fülbert’e göreyse, i) Kâr elde etmek, ii) Sermaye birikimi sağlamak gibi iki işlevi vardır. Onun için kapitalizm tanımı ise kapitalizm eşit olmayan bir değişime (mübadele) dayanır. Bugüne kadarki tarihi dikkate alındığında, doğal kaynakların büyük oranda tüketilmesine ve doğanın aşırı kirletilmesine yol açmıştır.

Immanuel Wallerstein’ın ifadesiyle, bu dönemin ayırt edici vasfı, sonsuz sermaye birikiminin ana hedef olması ve kutsanmasıdır.

Bunların tümüne Karl Marx’ın şu yaşamsal tahlili de eklenmelidir:

“Kapitalist üretimin gerçek engeli, sermayenin kendisidir. İşte bu sermaye ve onun kendisini genişletmesidir ki üretimin hem çıkış ve hem de sonuç noktası, hem itici gücü, hem amacı olarak görünür; üretim yalnız sermaye için üretimdir, ama bunun tersi doğru değildir; üretim araçları, sırf, üreticiler toplumunun yaşama sürecinde, devamlı bir gelişmenin araçları değildirler. Sermayenin değerinin, büyük üretici kitlelerin mülksüzleştirilmelerine ve yoksullaştırılmalarına dayanan kendisini koruma ve genişletme sürecinin içerisinde devam ettiği sınırlar yalnız başına hareket edebilirler; - işbu sınırlar, sermaye tarafından kendi amaçları için kullanılan ve üretimin sınırsız büyümesine, üretimin kendisinin bir amaç hâline gelmesine, emeğin toplumsal üretkenliğinin hiçbir koşula bağlı olmadan gelişmesine doğru yol alan üretim yöntemleri ile sürekli bir çatışma hâline girerler. Araçlar -toplumun üretici güçlerinin hiç bir koşula bağlı olamadan gelişmesi-, sınırlı bir amaçla, mevcut sermayenin kendisini genişletmesi amacı ile devamlı çatışma içersine girerler. Kapitalist üretim tarzı, bu nedenle, maddi üretim güçlerinin gelişmesi ve uygun bir dünya piyasası yaratılmasının tarihsel bir aracı olup, aynı zamanda da, bu tarihsel görevi ile, buna uygun düşen kendi toplumsal üretim ilişkileri arasında sürekli bir çatışmadır.”

Bu böyle olduğu içindir ki, “Kapitalizmi diğer tarihsel yaşam tarzlarından ayıran, onun doğrudan insan türünün istikrarsız, kendiyle çelişen doğasına yönelmesidir. (...) Kapitalizm sırf varlığını sürdürebilmek için bile sürekli hareket hâlinde olmak zorunda olan bir sistemdir. Sürekli ihlâl onun özünde vardır. Başka hiçbir tarihsel sistem, özünde iyi olan insanın kolaylıkla ölümcül amaçlara yöneltilebileceğini bu kadar açık şekilde gözler önüne seremez. Kapitalizm bazı saf solcuların düşündüğünün aksine bizim ‘düşmüşlüğümüz’ün sebebi değildir. Ama bütün insan rejimleri arasında hiçbiri, bir dil hayvanının içindeki çelişkilerini bu denli kötüleştirmemiştir,” der Terry Eagleton.

Toparlayarak özetlersek: Kendinden önceki tarihsel üretim tarzlarından farklı olarak, kapitalist sistemde ekonomi- toplum ilişki tersliği söz konusudur. Teorik olarak ekonomi toplumun hizmetinde ve ona tâbi olması gerekirken, Karl Polanyi’nin bir tâbirini kullanırsak, ekonominin toplumda içerilmiş olması gerekirken, kapitalizmde toplum ekonomiye içerilmiş, ona tâbi durumdadır. Oysa, piyasanın kör mantığına tâbi bir toplum uzun vadede sürdürülebilir değildir. Bu niteliğin doğal sonucu olarak, kapitalist sistemde üretimin birincil amacı doğrudan insan ihtiyaçlarını karşılamak değil, kâr etmek üzere değişim değeri yani meta üretmektir. Dolayısıyla kapitalizm, yegâne amacı ve varlık nedeni sermaye üretmek ve sermayeyi büyütmek olan bir ölü emek uygarlığı veya aynı anlama gelmek üzere bir meta uygarlığıdır. Her bireysel kapitalist veya kapitalist firma, vahşi rekabet ortamında sermayesini büyütmeden varlığını sürdüremez. Bunun için rakipleri aleyhine toplam artı-değerin olabildiğince büyük bir kısmana el koymak, kâr etmek, kârını azamileştirmek ve elde ettiği kârı yeniden sermayeye dönüştürmek durumundadır. Velhasıl, kapitalizm demek, üretim için üretim demektir... Bu yüzden kapitalistler arasındaki yarış cehennemi bir yarıştır ve her kapitalist ‘ileriye doğru kaçmak’ zorundadır. Kapitalist sermaye birikiminin kör mantığı, bizzat kapitalisti de ipte cambaz gibi oynatmaktadır. Kapitalist rekabet ve kâr’la ilgili olarak Pierre Joseph Prudhon, “Rekabet ve kâr: birincisi savaş, ikincisi ganimet” derken, kapitalist mantığın ve işleyişin niteliğine gönderme yapıyor. Kapitalizmin bir tanımı da onun bir ücretli kölelik sistemi olduğudur. Artı değerin, kârın, sermayenin, dolayısıyla zenginliğin kaynağı canlı emektir [ücretli işçi] ve canlı emek ölü emeği [sermayeyi] büyütmenin hizmetindedir. Bu niteliği itibariyle kapitalizme kadavra medeniyeti demekte bir sakınca yoktur...

Kapitalist yağma ve talan rejimi, bu dünyada ne varsa metalaştırıyor, paralılaştırıyor, her şeyi kâr etmenin aracına dönüştürüyor. Öyle ki, birinin acısı, sıkıntısı, mutsuzluğu, başkasının çıkarı, kazancı, kârı hâline geliyor.[4]

Ve nihayet V. İ. Lenin’in ‘Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması’ başlıklı yapıtından altını çizdiği üzeredir her şey: “Kapitalistlerin dünyayı kendi aralarında paylaşmalarının nedeni, onların kötü ruhlu olmaları değildir, aksine varılan yoğunlaşma aşamasının, onları kâr elde edebilmek için bu yolda ilerlemek zorunda bırakmasıdır.”[5]

 

I.1) İŞLEYİŞİ, ÖZELLİĞİ, TANIMI

 

Miguel D. Lewis’in, “Kapitalizm dindir, bankalar da kiliseler. Bankacılar din adamlarıdır. Zenginlik cennettir, fakirlik ise cehennem. Zenginler azizdir, fakirler ise günahkâr. Mülkler dualardır, para ise tanrı,” diye betimlediği kapitalizm; emeği reddeden, onuru ve gururu ayaklar altına alan, parayı tanrılaştıran ve insan(lık)ın içindeki kötüyü besleyen sistemdir.

Köleliğin ta kendisiyken; kan emici bir mahlûk olarak da nitelendirilebilir.

Kölenin adını “ücretli çalışan” olarak değiştiren barbarlık; İngiliz klasik okulunun “güçlü olan yaşamaya devam eder,” mantık(sızlığ)ına dayalı, orman yasalarıyla malûl yağmanın yerküreye egemen olmasıdır.

Ya da ezen ile ezilen ilişkileri var olmadığı sürece yaşaması imkânsız olup, sermayeye (paraya) sahip olanların at oynattığı sistemdir.[6]

“Vahşi ve evcil çeşitleri vardır” teranesi bir yalandan ibarettir; kapitalist toplumlar aslında totaliterdir.

“Demokrasi” sanrısıyla malûl kapitalist sistem açısından, kapitalist üretim sürecinde demokrasi gibi bir olgudan hiçbir şekilde bahsedilemeyeceği “es” geçilir!

Kapitalizmin “demokratik” olduğunu iddia edenler, demokrasinin ne olduğundan bihaberdirler. Kapitalizmin “başarısı” iş hayatını merkeze alıp, gündelik hayatı iş hayatı için bir toplama kampı ve iş hayatının ürünlerini ortaya serdiği bir pazaryerine çevirmekteki başarısıdır. Sistemin genel idaresine dair yabancılaşma, kamu ile yönetimi arasındaki devasa işbölümü ve uzmanlaşma ise bunun üzerine tüy diker.

Ayrıca burjuva demokrasisi tanımı gereği, kapitalizmin en temel özelliklerinden birini de bağrında taşır: Birleşik ve eşitsiz gelişim. Bu iki özellik birbirinden ayrı düşünülemezken; sermaye sahiplerinin egemenliği; artı değer gaspıdır; kâr maksimizasyonu uğruna açlıktan ölümleri bile meşrulaştırmıştır.

Üretim araçlarının özel mülkiyetin kontrolünde olduğu, işçilerin emeğini sömürerek bütün ekonomik gücü, politik iktidarı, ideolojik egemenliği elinde topladığı sınıflı bir toplum biçimi olarak kapitalizm, soru(n)ların yeniden üretimine dayanan bir sistemdir.

Çünkü kapitalizmde kâr olmadan zengin olunamaz; sömürü olmadan da kâr olamaz. Yani kapitalizm, birilerinin diğerlerini sömürmek zorunda olduğu eşitsizliktir.

Sınıflı sömürücü toplumlardaki cinsiyetçilik ve ırkçılık ayrımları, kapitalizm ile safileştirmiştir.

Sadece insanı değil, doğayı ve diğer canlı türlerini yok olma tehdidiyle karşı karşıya bırakır. Ekolojik dengeyi bozar, bozmuştur.

Doğa ve insan kişiliğinin üzerinde yıkıcı etkisini sürdüren kapitalist sistem, sınırsız kâr hırsı, bencillik, yeryüzünü metalaştırma güdüsünü beslerken; sermaye ve teknolojinin sağladığı imkânlarla doğadaki tüm maddi değerleri meta hâline dönüştürüp, piyasaya sürüyor. Böylece insan(lık)ı var eden değerlerin yok edildiği, kâr, hırs, bencillik öne çık(artıl)ıyor!

Evet kapitalizm karanlıktır, ölümdür, nefrettir, doğanın sonu ve emek sömürüsüdür.

Bencil ruhlu insan(lar) yetiştirip; yabancılaşmayı besleyen kapitalizmi yıkacak olan işçi sınıfıdır; emeği sömürülenlerdir.

“Kapitalist üretim ilişkileri” denilen şey, “efendi/ köle ilişkisi”nden başka bir şey değilken; kapitalizm “gerçek(ini)” yalan(lar)ıyla üretir; ve bu “gerçek(ine)” herkesi inandırıp; hakikâti görünmez kılar.

Güçlüyü daha güçlü, zayıfı daha zayıf kılma işleyişi üzerinde kurulan kapitalist sistemin iğrençlikleri saymakla bitmez. “Çalıyor ama çalışıyor,” ifadesindeki yozlaşmışlık gibi ve Franz Kafka’nın ‘Dönüşüm’ündeki üzere:

Gregor Samsa, uyandığında, uykudayken bir böceğe dönüştüğünü fark eder. Şaşırmasına şaşırır elbette de acilen yataktan kalkması gerekmektedir zira yetişmesi gereken bir tren, gitmesi gereken bir yer, pazarlaması gereken mallar, kazanması gereken paralar, ödenmesi gereken borçlar ve geçindirilmesi gereken bir aile vardır. Bütün bir sabahı sırtüstü gelen böceğin karnının üstüne dönme çabası içinde geçirir de neye dönüştüğünü umursamaz, düşünmez. İçinde bulunduğu tek rahatsızlık işe geç kalmak, patronlarından azar işitmek ve kovulmak kaygısındandır. Yaptığı ve yapması gereken harcamaların hesabıyla doludur zihni ve yataktan kalkma azminin yegâne motivasyonu gerekli parayı kazanmak için işe gitme/yetişme zorunluluğudur.

Kullanmayı bilmediği pek çok ayağı, sırtındaki sert kabuğu, ne işe yaradığı meçhul duyargalarıyla tek gecede tam bir böcek ama nefret etmediği tek bir çalışanın bile olmadığı o yerde en az dünkü kadar çalışmak zorunda olan daimi işçidir o.

Kapitalizm insana işte bunu yapan ekonomik düzendir; bir gecede olmasa bile insanı neye dönüştüğünü hiç umursamadan böcekleştirendir. Kendi varlığından uzaklaştırandır insan(lık)ı…

İlaveten “Tüketiyorsun, öyleyse varsın, tüketmiyorsan yoksun” diyen kapitalizm, en kârlı dolandırıcılık biçimidir.

Adaletsizliğin küreselleşmesinden başka bir şey değilken; savaşlar çıkarır, öldürür, sömürür.[7] Yani tam anlamıyla orman kanunlarının işlediği, güçlü olanın var olmaya hakkı olduğu ve güçsüzün av olduğu bir sistemdir.

Adam Smith’in bahsettiği “görünmez el”in insanlığı silkelediği kapitalizm, insanın insana kulluğundan, “ücretli köleliği”nden ve proletaryanın mutlak sefilleşmesinden başka bir şey değildir.

Erich Fromm’un işaret ettiği gibi, insan(lık)ı “sahip olmak” ile “olmak” arasında bir ikilemde bırakan kapitalizm; eşitsizlikleri büyütüp; insan(lar) arasında uçurumu derinleştirir. Örneğin Afrika kıtasının bir yılda tükettiği enerjiyi, ABD’nin tek başına tüketmesi gibi…

Savunucularının dahi vahşiliğini kabul ettikleri kapitalizm, Aldous Huxley’in ‘Cesur Yeni Dünya’sında, “Atıp kurtulmak onarmaktan iyidir, yama artarsa refah düşer,” diye özetlenendir.[8]

Üretim araçlarının burjuvaların kontrolünde olduğu; tüm yoksulları tüm zenginler hesabına çalıştırılmasıdır; özel mülkiyet, sömürü ve kâr sistemidir kapitalizm…

Özetin özeti: Emeği metalaştırıp; kârları özelleştirerek, zararları sosyalleştirendir.

Adam Smith’in “an invisible hand divits/ Görünmez el müdahalesi” diye sunduğu “uzun eli”yle kapitalizm, insan(lık)ı hiçe saymaktır.

Dünyada ne kadar illet varsa, kaynağıdır. Savaşların, açlıkların, sömürünün... Açların düşmanı, aç bırakanların dostudur; kan dökenlerin dostu, kanı akanların düşmanıdır.

Tam da bunun için Karl Marx, “Kapitalizmi saygın biçimlere büründüğü kendi yurdunda (Londra, Paris, Brüksel vs.) değil kedini gizlemeksizin ortaya çıktığı sömürgelerde (Yeni Delhi, Kongo, Ruanda vs.) gözlediğimiz zaman derinliğine inmiş olan ikiyüzlülüğü ve karakterine özgü barbalığı bütün çıplaklığıyla gözler önüne serebiliriz” der ‘Felsefenin Sefaleti’nde…[9]

Kapitalin, artı değerin gaspıdır; çelişkileriyle müsemma, savaşlar ile beslenendir.

Sonuna dek pragmatist ve merkantilisttir. Kazanmak adına her yolu mubah görür ve onu toplum nezdinde de sonuna kadar meşrulaştırmaya çalışır.

Dünya halklarının iliğini kemiğini sömüren, zengini daha zengin eden sistemdir; “altta kalanın canı çıksın”dır.

Bireyin kendisine dahi yabancılaşmasına ve dış dünyaya karşı vahşileşmesine neden olandır.

Her şeyin metalaştı(rıldı)ğı (duygular, sevgi, aşk, din iman, vs) distopyadır.

Erich Fromm’a göre, içinde yaşayan herkesi ruh hastası yapan sistemdir.

Karl Marx’ın ifadesiyle, “Kapitalizm, gölgesini satamadığı ağacı keser”ken; yerküreyi yaşanmaz hâle getirmektedir. Doğayı kirletmiş, insanları açlık ve savaşla katletmektedir.

Savaş(lar) kapitalizmin en büyük sermayesidir.

Her geçen gün daha vahşileşmek zorunda olup, güçlünün daha da güçlenmesini sağlayan sömürü sistemdir.

Kapitalizmin dinamiği sermayedir; sermaye de el konmuş artı değerdir.

Veya dünyanın en büyük çadır üreticisi Pakistan’ın, kendi depreminde çadırsız kalmasıdır.[10]

Hasılı tutulacak hiçbir yeri olmayan veya parası olana hayat, olmayana ölüm veren ekonomik sistemin adıdır.

John Maynard Keynes’in, “The astounding belief that the wickedest of men will do the wickedest of things for the greater good of all/ En kaypak, çıkarcı insanların, en çıkarcı işleri yaparken genelin iyiliğine katkısı olacağına dair şaşırtıcı bir inanç” biçiminde tanımladığı; ezenlerin, kan ve güç ile yarattığı; ahlâk ve adaletin bulunmadığı, paranın despotik egemenliğidir.

Veya Bertolt Brecht’in şu şiirindekidir:

“iyice görüyorum artık düzeni./ orada, bir avuç insan oturuyor yukarıda,/ aşağıda da bir çok kişi./ ve bağırıyor yukardakiler aşağıya:/ ‘çıkın buraya gelin ki,/ hepimiz olalım yukarıda.’/ ama iyice gözlediğinde görüyorsun,/ neyin saklı olduğunu/ yukardakilerle, aşağıdakiler arasında.

bir yol gibi gözüküyor ilk bakışta./ yol değil ama./ bir tahta bu./ ve şimdi görüyorsun açıkça;/ bu bir tahterevalli tahtası./ bütün düzen bir tahterevalli aslında./ iki ucu birbirine bağımlı./ yukardakiler durabiliyorlar orada,/ sırf ötekiler durduğundan aşağıda/ ve ancak;/ aşağıdakiler, aşağıda oturduğu sürece/ kalabilirler orada./ yukarıda olamazlar çünkü,/ ötekiler yerlerini bırakıp çıksalar yukarı.

bu yüzden isterler ki;/ aşağıdakiler sonsuza dek/ hep orada kalsınlar./ çıkmasınlar yukarı./ bir de, aşağıda daha çok insan olmalı yukardakilerden./ yoksa durmaz tahterevalli./ tahterevalli./ evet, bütün düzen bir tahterevalli.”

Söz konusu “tahterevalli” için Charles Bukowski’nin, “İşin delirtici yanı tek bir mermi bile sıkmadan canlarımızı alıyor olmaları, para babalarının şişko oğulları Beverly Hills’de on dört yaşında kızların ırzlarına geçerken ben bir yerlerde asgari ücretle belimi kırıyordum, helada beş dakika fazla kaldığı için işten kovulan adamlar biliyorum, anlatmak istemediğim çok şey gördüm,” diye anlattığı vahşeti Friedrich Engels de şöyle özetler:

“Modern devlet, biçimi ne olursa olsun, özü itibarıyla kapitalist bir makinedir, kapitalistlerin devletidir, toplam ulusal sermayenin ideal kişileşmesidir. Üretici güçleri ne kadar çok kendi mülkiyetine geçirirse, o kadar çok gerçek kolektif kapitalist durumuna gelir, yurttaşları o kadar çok sömürür. Ücretli işçi, proleter olarak kalırlar. Kapitalist ilişki ortadan kaldırılmaz, bilakis doruğuna tırmandırılır.”



Bu yazı 1189 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI