Bugun...


Mobilite ve motilite: Hareket kabiliyetimizi belirleyen nedir / Vincent Kaufmann
Tarih: 23-09-2018 00:26:19 Güncelleme: 23-09-2018 00:26:19 + -


“Mobilite ile hareketin illa ki bağlantılı olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Hızlı ve uzağa yolculuk yapmak bizi sosyal olarak da mutlaka hareketli kılmıyor, bunun için daha fazla rol değişimi ya da uzam ve zaman içinde daha geniş bir işlevler yelpazesi gerekiyor.

facebook-paylas
Tarih: 23-09-2018 00:26

Mobilite ve motilite: Hareket kabiliyetimizi belirleyen nedir / Vincent Kaufmann

Mobilite ve motilite: Hareket kabiliyetimizi belirleyen nedir?

Vincent Kaufmann
 İsveçli sosyolog. Hareketlilik alanının öncülerinden ve motilite kavramının mucidi. EPFL’de LaSUR laboratuvarını yönetiyor, CEAT Genel Sekreteri, sosyoloji ve mobilite analizleri profesörü.

“Mobilite ile hareketin illa ki bağlantılı olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Hızlı ve uzağa yolculuk yapmak bizi sosyal olarak da mutlaka hareketli kılmıyor, bunun için daha fazla rol değişimi ya da uzam ve zaman içinde daha geniş bir işlevler yelpazesi gerekiyor. Bu vurgu çok önemli çünkü değişim ya da değişim ihtimali açısından mobilite, hiç şüphe yok ki, Batı toplumunda özsel bir değer taşır. Mobilite bazen mekânda hareketle karıştırılır. Ancak daha uzağa ve daha hızlı gidenlerin diğerlerinden ille de daha hareketli olmadığını, hatta bazen daha az hareketli olduğunu kabul ettiğimizde, meseleye yeni bir gözle, çok daha net bir şekilde bakabiliriz.”

Çevirmenin notu: Hem ‘mobility’ hem de ‘motility’ kavramının Türkçedeki karşılığı hareketlilik ama yazı tam da hareketliliğin tanımını mesele edindiği için bu iki hareketlilik arasındaki ayrımı açığa çıkarmak üzere doğrudan ‘mobilite’ ve ‘motilite’ şeklinde karşılamayı uygun gördük. Kaufmann’ın bu konuda yazılmış makalesine şuradan ulaşabilirsiniz.

Mobiliteyi tanımlamak, hem hareketlilik ve sosyal değişim arasındaki bağlantıyı anlamayı, hem de hareket becerilerimizi etkileyen faktörlerin neler olduğunu motilite kavramı üzerinden belirlemeyi gerektirir. Vincent Kaufmann bizi işte bu konunun ayrıntılarına götürecek.

Bir araştırmacı açısından, gündelik dilde ve ulaşım alanında kullanıldığı şekliyle mobilite kavramı, üç temel kısıtlılıktan mustariptir.

Gündelik dilde kullanımla bağlantılı kısıtlılıklar

  1. Katı biçimde uzamsal bir kavram

Yaygın kullanılan şekliyle kavramın ilk kısıtlılığı, katı biçimde uzamsal bir kavram oluşudur. Başka bir deyişle, mekân içinde nasıl yer değiştirdiğimizi ve yol aldığımızı anlatır ama mobilitenin sosyal boyutundan bahsetmez. Halbuki, yer değiştirdiğimizde bunu sadece bir yerden başka bir yere geçmiş olmak için yapmayız, farklı etkinliklere katılabilmek, dolayısıyla farklı roller üstlenmek amacıyla da yaparız. Dolayısıyla mobilite kavramının özü itibariyle sosyal bir boyutu vardır.

  1. Somut hareket

Yaygın kullanımda mobilite kavramının ikinci kısıtlılığı, salt ölçülebilir bir şeyden, yani A noktasından B noktasına uzanan bir yolculuktan, dolayısıyla pratikte yapılan bir şeyden bahsediyor oluşudur. Lakin bu şekliyle kullanıldığında kavram, potansiyel mobiliteyi, yani fiilen başlayıp bitirdiğimiz yolculuklar olduğu gibi, yapabileceğimiz halde yapmamaya karar verdiğimiz yolculuklar da olduğunu yadsır.

  1. Nesnelleştirilmiş veriler

Mobilitenin üçüncü kısıtlılığı ise, genellikle ölçülüp anlaşıldığı şekliyle, tamamıyla nesnel ya da nesnelleştirilmiş olmasıdır, ki bu da bizim onu trafik yoğunluğu, kalkış ve varış noktaları, hız, kat edilen mesafe, ulaşım türü, yolculuk saikleri gibi büyüklükler cinsinden istatistiksel olarak ölçebildiğimiz anlamına gelir. Lakin bu şekilde düşündüğümüzde kavramın diğer bir yönünü gözden kaçırmış oluruz: mobilitenin aynı zamanda bir “değer” olduğu gerçeğini. Her yolculuk aynı değerde değildir. Otomobille yolculuk ile yaya yolculuk bize aynı benlik imgesini vermez. Ne de gelinen yer ile varış noktası nötrdür, bunu da en iyi mülteciler anlatır size. Saydığımız bu meselelerin her birini mobilite mefhumunun tam kalbine yerleştirmemiz gerekir ki kavramı hakkıyla ele alabilmiş olalım.

“Mobility turn” ile baş etmek

Bu üç kısıtlılık, araştırma alanında da yaygın kabul görmüş noktalardır. Binyıl dönümünden itibaren bu kısıtlılıklar, “mobility turn araştırmaları” [mobilite paradigmasında kırılma – Ç.N.] başlığı altında özellikle de İngilizce konuşulan dünyada apayrı bir külliyat oluşturmuştur. EPFL (École Polytechnique Fédérale de Lausanne) ve LaSUR’da (Laboratory of Urban Sociology) yaptığımız çalışmalar da bu külliyata dahildir. Öte yandan, “mobility turn” araştırmalarını başarısızlığa sürükleyen ve nihayetinde başka kısıtlılıklara yol açan üç tuzaktan da kaçınmaya çabaladık. Zira bizi tatmin etmeyen bir mobilite kavramı yerine başka sorunlara gebe olan yeni bir mobilite kavramını koysak yazık olurdu.

Mobilite kavramının yorumlanmasında yeni güçlükler

  1. Mobilite kavramının odağını yeniden belirlemek

Bu çalışmaların bazılarında gördüğüm ilk sorun, mobiliteyi, artık tam olarak neden bahsedildiğini bilemeyeceğimiz kadar geniş bir kavram hâline getirme eğilimi. Diğer bir deyişle, eğer mobilite, fikirleri, nesneleri, bilgiyi ve insanları kapsayan engin bir konu başlığına dönüşürse, maalesef, iletişim ve hareketin en geniş anlamıyla iç içe geçtiği devasa bir kavrama dönüşecektir. Böylesine bir mobilite tarifi, araştırmada odaklanmamıza ve belirli meseleleri kavramsallaştırmamıza mâni olur.

  1. Hareketlilik artıyor ama eşitsizlikler baki kalıyor

Bazı mobilite çalışmalarında rastladığımız bir diğer güçlük, mobiliteyi mekân ve toplumun akışkanlaşmasıyla uyumlu bir kavram olarak görmektir. Burada akışkanlıktan kasıt, insanların ve nesnelerin daha fazla hareket edip, bilginin daha fazla dolaşmasının, sonuç itibariyle, sosyologların “sosyal yapılar” dediği şeyi artık görünmez kılmasıdır. Bu manada, böylesine bir yaklaşımın birtakım riskler taşıdığına inanıyorum: Çok fazla hareket ediyor oluşumuz, farklı sosyal ve mesleki gruplar, kadın ve erkekler, nesiller vesaire arasındaki farkların azaldığı sonucunu çıkarmamızı gerektirmez. Tam da bu noktada, insanların daha çok hareket ettikleri için daha özgür ve mutlu oldukları; daha mobil ve serbest oldukları için aralarındaki farklılıkların ve eşitsizliklerin de bulanıklaşmaya başladığı bir dünya tasavvuruna yaslanan böylesi bir mobilite tarifine karşı ihtiyatlı olmak gerektiğini tekrar hatırlatırım. Hayır, daha fazla hareket ediyor olsak da daha özgür değiliz ve hiç şüphe yok ki sosyal yapılar, tıpkı eskiden olduğu gibi şimdi de, çok güçlü bir biçimde varlıklarını sürdürüyorlar.

  1. Daha hızlı ve daha uzağa gidiyor olmak bizi daha hareketli kılmıyor

Üçüncü güçlük, mobiliteyi hareketin hızı ve mesafenin fazlalığı üzerinden ölçme eğilimidir. Daha hızlı hareket eden ve daha uzun mesafeler kat eden insanların, daha yavaş hareket eden hatta yerinde kalan insanlara kıyasla, öyle ya da böyle daha hareketli olduğu kabulü, bu eğilimin ardında yatan nedendir. Bu kabul bilhassa, birçoklarının “aşırı hareketli insanlar” dediği, her gün uzun yolculuklar yapan, evleri ile işyerleri arasında muhtemelen yüzlerce kilometre mesafe bulunan, hatta çalıştıkları şehirde bir de garsoniyerleri olan insanlar hakkında yapılan çalışmalarda karşımıza çıkar. Bu insanlara “aşırı hareketli” unvanı verilir, zira bir günde çoğu kişiden daha öteye ve daha hızlı yolculuk ederler. Mobiliteyi hız ve kat edilen mesafe üzerinden tanımlamaktan kaçınmamız gerektiğine inandığım için “aşırı hareketli” terimini bir problem olarak görüyorum. Ancak daha kapsamlı bir mobilite tanımımız olduğu zaman, bazı insanların sırf çok ve hızlı seyahat ettikleri için, daha sık ama nispeten dar alanda seyahat eden başka insanlardan daha hareketli olduğu iddiası boşa çıkar. Mobilite kavramının gündelik jargondaki karşılığı ve kısıtlılıkları hakkında epeyce konuştum. Mesela birçok belediyede ulaşım daireleri, tabelalarını “mobilite hizmetleri” ya da “mobilite dairesi” şeklinde değiştiriyor. Bu da bizi başta saydığımız o kısıtlılıklara geri götürüyor. Oysa bu daireler ulaştırma hizmeti vermekten fazlasını yapmıyorlar. Adlarını değiştiriyorlar çünkü “mobilite” kelimesi moda olmuş, ama esasta değişen bir şey yok.

Mobilite kavramını yeniden tanımlamak

Bu alanda bir duruş belirlemek ve bahsettiğimiz kısıtlılıkların üstesinden gelmek amacıyla EPFL’de, diğer araştırma ağlarıyla ortaklık içinde, mobiliteye özgün bir yaklaşım geliştirerek kavramı iki veçheye ayırdık: mobilite ve motilite. Burada mobilite, sosyal değişimi kast ederek, mekân içinde hareket etme niyetini ve fiilini ifade eder. Bu iki yönlü tanım, maksat ve fiili, kapasite ve icrayı, sosyal ve uzamsal veçheleri bir araya getirerek başlangıçtaki kısıtlılıkları aşmamızı sağlar. Bu tanıma dayanarak, mobiliteyle ilişkili deneyim ve değerleri ihtiva eden faktörleri bir araya getirebiliriz. Bu oldukça geniş bir tanım olsa da iletişimi tüm kapsamıyla ele almaz. “Sanal” mobiliteyi, yani uzaktan iletişimi kapsamaz. Burada birey ya da grup olarak tüm aktörlerin, mekân içindeki fiilî hareketinden bahsediyoruz. Bu durumda, bireyleri konuşuyoruz. Bunu akılda tutarak motilite kavramına daha yakından bakalım.

Motilite: hareket etme kabiliyeti

Motilite nedir? Hayır, yanlış yazmadım. “Motilite”, biyolojiden ödünç alınmış ve “hareket kabiliyeti” anlamına gelen bir terimdir. Biyologlar tarafından sık kullanılır ve sosyal bilimciler tarafından ödünç alınmıştır. Motilite, mobil olmamıza imkân veren bir dizi faktördür. Hareket etmek istediğimizde bir dizi spesifik vasfa ihtiyaç duyarız. Nedir peki bu vasıflar?

  1. Erişimin sosyal şartları

Herkesin ulaşım ve iletişim ağlarına erişim düzeyi aynı değildir ama bu birçok faktörden yalnızca bir tanesi.

  1. Beceriler

Motilite, becerileri de kapsar; hayatımızı organize etme şeklimizi ifade eder. Kimi insanlar daima geç kalırlar, kimileri ise asla geç kalmazlar: Bu bir organizasyon meselesidir. Kimileri için plan yapmak “Yarını iple çekiyorum” demek kadar rahattır. Diğerleri de der ki, “Bir şeyleri iptal etmek lazım, yoksa bir aksaklık çıkacak”; bazılarına ise bu şekilde düşünmek zor gelecektir. Burada kişisel becerilerle bağlantılı bir dizi faktörle karşı karşıyayız. Daha maddi kimi gerçekler de etkilidir. Mesela Paris metrosunu düzenli kullanan biriyseniz, sizi varacağınız yere uzun tünelleri kat etmek zorunda kalmadan hangi istasyonların en çabuk ulaştıracağını adınız gibi bilirsiniz. Bu da bir beceridir, tıpkı trafiğin hangi yollarda sıkışacağını tahmin edip oralardan uzak durmayı bilmek gibi. İşin özü, motilite dediğimizde, erişim sorunlarına, erişim şartlarına ve becerilerine atıfta bulunuruz.

  1. Planlar

Üçüncü olarak motilite, ne yapmak istediğimizle de ilgilidir. Çeşitli sebeplerle seyahat etmeyi seviyor ya da sevmiyor olabiliriz: en büyük zevkimiz veya elimizden geldiğince kaçındığımız bir şey olabilir. Bir anlamda, önümüze serilmiş seçenekleri kullanmanın başka bir yoludur bu. Arabamız var diye her gün onunla yolculuk yapmayız. Yaşadığımız yere yakın diye ille de metro kullanmamız gerekmiyor. İsteyip istememek işte bu noktada devreye giriyor. Mobilite açısından plan ve istekler meselesi, tercihlerle dolu bir dünyada yaşadığımız için daha da önem kazanır. Bize sunulan seçeneklerin çokluğu, hangi ulaşım türünü tercih edeceğimiz, hayatımızı nasıl organize edeceğimiz, seyahat edip etmeyeceğimiz gibi sorular çıkarır karşımıza. Mobilite planlarını ve önümüzdeki seçenekleri nasıl kullandığımızı içeren üçüncü yön kilit önemdedir. Yani motilite, erişimi, becerileri ve planları içerir. Bütün bu saydıklarımız nasıl hareket ettiğimizi belirler. Günlük hayatımıza içkin bütün kısıtlarla birlikte bu filtre üzerinden hareket ederiz. Burada kişilerin günlük hayattaki motilitesinden söz ediyoruz ama motilite aynı zamanda şirketlere, yani kolektif aktörler için de geçerli bir kavram.

Mobiliteyi seyahatten önce ele almak

Bu yaklaşım sayesinde, bireylerin mobilitesine ilişkin başlangıçta irdelediğimiz kısıtlılıkları aşmış oluruz. Motilite yolculuk başlamadan önce devreye girer; bunu da kişisel erişim, beceri ve planlarımız aracılığıyla yapar. Yani gerçek yolculuk ancak motilitenin bir sonucudur. Dolayısıyla, bir dizi spesifik meseleyi sezgisel şekilde çözmemize imkân tanıdığı için böyle bir yaklaşım geliştirmeyi tercih ettik. Örneğin bu tür bir yaklaşım mobilite bakımından niyet ve fiil arasında bir ayrım yapabilmemizi sağladı. Bir örnek vereyim. İkamet tercihleri ile ilgili bir araştırmada en çarpıcı bulgulardan biri, küçücük daireler için istenen yüksek kiralara rağmen şehir merkezinde yaşamayı tercih edecek çok fazla sayıda insan olmasıdır. Genellikle şöyle denir: “Benim için en önemli şey, her şeyin iki adım ötede olmasıdır… sinemalar, kitabevleri, tiyatrolar, her türden alışveriş dükkânları falan, hepsi en çok iki kilometre mesafede olmalı.” Bu anlatılanları sabırla dinleyen araştırmacı daha sonra şunu sorar: “Peki bütün bu saydıklarınızı gerçekten de yapıyor musunuz?” Aldığı cevap sıklıkla “hayır” olur. Potansiyel, potansiyel olarak kalır. “İstediğim zaman bütün bu hizmetlere ve imkânlara erişebilirim. Önemli olan, ille de hepsini kullanmak değil, onların orada olduğunu bilmek.” Bu vakada mobilite bir potansiyel olarak kalmıştır. İşte bu modeli kullanarak, niyet ve fiil arasına net bir çizgi çizebiliriz artık.

Mobilite sosyal değişimi de ifade eder

Mobilitenin uzamsal ve sosyal veçheleri arasında kolayca ayrım yapmamız mümkündür. Bu da bir başka önemli husustur. Günlük olarak kat ettiğimiz mesafe ile sosyal mobilitemiz arasındaki bağın artık netliğini kaybettiği bir dünyada yaşıyoruz. Böyle çok soyut oldu, müsaadenizle size bir örnek vereyim: Şehir merkezinde yaşayan, işine yaya olarak beş dakikada giden, öğle yemeğini evde yiyip tekrar işine dönen birinin mobilitesi çok dar bir alanda gerçekleşir ama bu kişi aslında oldukça mobildir. Yaptığı her yolculukta bir rol değişimi yaşar: Evden çıkıp işe gitmesi bir rol değişimidir; evi belki bir baba, koca ya da sevgili olarak terk eder; işe varır, orada ya bir patron ya da çalışan olur; sonra öğle yemeğinde eve geri döner, bu kez tekrar rol değiştirir. Yani hareket ile sosyal gerçeklik arasında, belli bir dereceye kadar, net bir bağlantı vardır. Her hareket edişinde kişi sosyal olarak da hareket etmiş olur.

Başka bir örnek vereyim: Büyük bir uluslararası şirkette çalışıp dünyanın bir ucundan diğerine gidip gelen ve vaktinin çoğunu uluslararası oteller ve uçaklarda geçiren bir satış temsilcisi. İngilizcenin yanı sıra en az bir dil daha biliyor, işi için sayısız kilometre kat ediyor, ama hep aynı ortamlarda aynı rolleri oynuyor. Büyük mesafeleri çabucak aşmasına rağmen, sosyallik bakımından değerlendirecek olursak, hiç de hareketli değil; çünkü hep aynı konumda duruyor. Bireylerin davranışlarını çözümlerken motiliteyi mobiliteyle beraber kullanırsak eğer, zikrettiğimiz faktörler arasında bir ilişki kurabilme avantajı elde ederiz. Bu kavram olmadan, yani bu ikili yaklaşım olmadan, birbirinden farklı veçheleri incelemek çok daha zorlaşır. Bana göre olmazsa olmazdır, zira bir yandan, niyet boyutunun ve inisiyatifimiz dahilindeki potansiyelin çok çok önemli olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Dahası, bu ikili yaklaşım, sosyal eşitsizlikler meselesinde de merkezî bir önem taşır ve bireylerin hareketliliği bakımından bizi motilite kavramına tekrar getirir. Bu hususun, hareket ve mobiliteyi anlamada kavramsal olarak çok önemli olduğuna inanıyorum.

Burada bir diğer kilit faktör, verdiğim ikinci örnekte de görüldüğü gibi, mobilite ile hareketin illa ki bağlantılı olmadığı bir dünyada yaşıyor oluşumuz. Hızlı ve uzağa yolculuk yapmak bizi sosyal olarak da mutlaka hareketli kılmaz, bunun için daha fazla rol değişimi ya da uzam ve zaman içinde daha geniş bir işlevler yelpazesi gerekir. Bu son husus mutlak surette vurgulanmalıdır; çünkü değişim ya da değişim ihtimali açısından mobilite, hiç şüphe yok ki, Batı toplumunda özsel bir değer taşır. Mobilite bazen mekânda hareketle karıştırılır. Ancak “daha uzağa ve daha hızlı gidenlerin diğerlerinden ille de daha hareketli olmadığını, hatta bazen daha az hareketli olduğunu” kabul ettiğimizde, meseleye yeni bir gözle, çok daha net bir şekilde bakabiliriz.




Kaynak: Dünyadan çeviri

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 1165 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Çeviri Haberleri

ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
YUKARI