Bugun...



Karaçelik:'Ödülümü iki gazeteciye ithaf etmek istememin cesaret gerektiriyor olması, asıl korkutucu.'

Ödül gecesinde sahneye ilk çıkışında (malum ‘Sarmaşık’la en iyi senaryo, en iyi yönetmen ve en iyi film ödüllerini aldığı için sahneden inmedi neredeyse) ödülünü hapiste bulunan gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’e ithaf etmesi gecenin en şık hareketiydi. Karaçelik, ilk ödül için sahneye çıktığında, “Siz içeride olduğunuz sürece biz de içerideyiz, biz burada olduğumuz sürece siz de yanımızdasınız” demişti.

facebook-paylas
Güncelleme: 18-12-2015 03:16:13 Tarih: 17-12-2015 22:24

Karaçelik:'Ödülümü iki gazeteciye ithaf etmek istememin cesaret gerektiriyor olması, asıl korkutucu.'

Ödülünü Dündar ve Gül’e adayan yönetmen Karaçelik:

'Ödülümü iki gazeteciye ithaf etmek istememin cesaret gerektiriyor olması asıl bana korkutucu geliyor.'

Beyoğlu Sineması’nın girişindeki kafedeyiz. Çaylarımızı yudumluyoruz. Biraz erken gelmişiz. Filmin başlamasına daha bir 10-15 dakika var.

İzleyeceğimiz film ‘Slow West.’ Yönetmeni John Maclean’in ilk filmi. Bu yıl dünyanın en büyük festivallerinden Sundance Film Festivali’nde Dünya Sineması kategorisinde yarıştı ve büyük ödülü aldı.

Karşımda oturan ve filmi beklerken çay içip, sinemadan, hayattan, aşktan konuştuğumuz adam ise aynı kategoride yarışmaya hak kazanan 12 filmden birinin, ‘Sarmaşık’ın yönetmeni Tolga Karaçelik.

 

İlk filmi ‘Gişe Memuru’ndan sonra ikinci filmiyle Sundance’te yarışmalı bölüme seçilmesi büyük başarıydı diye konuşulurken Altın Portakal’da neredeyse bütün ödülleri toplayarak geceye de, Türkiye’de sinema sektörüne de damgasını vurdu.

Ödül gecesinde sahneye ilk çıkışında (malum ‘Sarmaşık’la en iyi senaryo, en iyi yönetmen ve en iyi film ödüllerini aldığı için sahneden inmedi neredeyse) ödülünü hapiste bulunan gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’e ithaf etmesi gecenin en şık hareketiydi.

Karaçelik, ilk ödül için sahneye çıktığında, “Siz içeride olduğunuz sürece biz de içerideyiz, biz burada olduğumuz sürece siz de yanımızdasınız” demişti.

 

‘Korksaydım, kesin yine yapardım’

“Bu hareketinin bir sonucu olmasından korktun mu hiç” diye soruyorum. “Korkmadım ama korksaydım da sırf bunun için yine yapardım” diyor. “Bu kadar basit bir şeyin kötü sonuçları olacağını düşünerek korkuyor olmamız bile başlı başına bir acayiplik. Ödülümü iki gazeteciye ithaf etmek istememin cesaret gerektiriyor olması asıl bana korkutucu geliyor. Ve tam da bu yüzden öyle hissediyor olsam da yine aynısını yapardım.”

Bu ithafa Can Dündar da kayıtsız kalmayıp Karaçelik’e bir mektupla teşekkür etmiş: “İki cümleyle bizim Silivri’nin duvarlarını yıktın. Bize eşsiz bir yaşam dalı uzattın. Varol.”

Karaçelik mektubu bizimle de paylaştı.

 

Kaymakam olmak isterken…

“Lisede şiire ve öyküye çok meraklıydım” diye başlıyor Tolga sinemacılık serüvenini anlatmaya. “Fanzin çıkarırdık, özellikle de şiir, şiirin o çok katmanlı yapısı, bir şeyi söylerken başka bir şeyi anlatıyor olması çok ilgimi çekerdi.”

O böyle anlatınca bu merakın üniversite aşamasında, haliyle, edebiyat fakültesinde sonuçlanacağını düşünüyor insan. Fakat hayır, ressam annesinin daha yaratıcı bir bölüm seçmesi yönündeki teşviğine rağmen Tolga hukuk okumaya karar veriyor.“Neden” diye soruyorum. “Bilmiyorum” diyor, “Kaymakam, vali olmak istiyordum.”

Hukuk okumaya başlıyor, okulun hakkını da veriyor, lakin hayata dair bir şeylerin onu kesmediğini, mutlu olmadığını fark ediyor.

Tam bu sırada yine annesi devreye giriyor. “Sen buralardan gitsene” diyor. “Ülke dışına çık, biraz düşün, kendini bul.”

Dinliyor annesini ve New York’un yolunu tutuyor. Gitmişken hem dil öğrenmeye başlıyor, hem de New York Film Academy’de dokuz aylık bir sinema kursuna yazılıyor.

“Orada sinema dilinden çok matematiğini öğretiyorlardı. Kamera nedir, nasıl kullanılır. Işık nasıl yapılır. Doğru kadraj nedir. Ta en başta en çok ilgimi ışık çekmişti. Kafayı ışığa takmıştım. Bugün hala bir sahneyi izlerken doğru ışık yapılmış mı, ana ışıklar nerede, dolgu ışıkların konumu ne diye dikkat ederim.”

Okuldayken ‘Evoke’ isimli ilk kısa filmini çekiyor. Çocuğunu kaybettiği için aklını yitirip cenin yemeye kalkan bir adamı anlatan‘Evoke’, okulda en iyi film seçiliyor. Tolga’ya sinemayla ilgili ‘Bir dakika, galiba iyi bir şey yapıyorum ben’ duygusu ilk orada geliyor.

Akabinde ikinci kısası ‘Spoonman’i çekiyor.

Buradan sonrası Türkiye’ye dönüş… Herhalde artık işi gücü bırakıp sinemaya asılır, önce yardımcı yönetmenlik, sonra yönetmenlik, diziler, filmler derken al sana yeni bir kariyer diye düşünüyor insan. Ama öyle olmuyor.

Film okulu üstü hukuk diploması

Tolga dönüyor, hukuk fakültesini bitiriyor ve sabah sekiz, akşam altı mesaisi olan bir çalışma hayatına başlıyor. Sözleşmeler, imzalar, çekler, senetler…

“Fakat her yıl kendime bir kısa film çekme izni vermiştim”diyor. Sahiden de arka arkaya ‘Ya Çıkarsa’ ve ‘Us’lu Durmak’filmlerini çekiyor. Sonra da ‘Rapunzel’i. ‘Rapunzel’, üniversite sınavına çalışması için Ataköy’de büyükçe bir apartmanın en üst katına hapsedilmiş bir kızın öyküsü.

“Araba, ev, iş. Hayatım üç kutunun içinde geçiyordu. O kutudan çıkıp, o kutuya giriyordum. O kadar sıkılmışım ki ‘Rapunzel’de de, ‘Gişe Memuru’nda da o sıkıntı, o rutin hayatın insanı daraltması var. Filmlerimin hepsinde benim hallerimle, yaşadıklarımla ilgili bir şeyler var” diye anlatıyor, o günlerde devam eden ofis hayatının yaptığı işe etkisini.

Bir yandan çalışıp bir yandan da kazandığı parayla film çekerken 2010’da ilk uzun metraj filmi ‘Gişe Memuru’yla hayatının akışı değişiyor. Sinema tek işi haline geliyor.

 

Başından bu yana, bütün filmlerini kendisi yazıp kendisi yönetiyor. Aslında bütün bu sinema öyküsünün gerisinde ta lise yıllarından gelen bir dert anlatma gayreti var. “Bir şeyler anlatmak istiyordum, hep istedim. Önce şiir üzerinden ilerledim. Sonra görselliğin büyük bir imkan sunduğunu fark ettim.”

‘Gişe Memuru’nu yazma fikri, bir gün gişelerden geçerken memura“Kolay gelsin” demesiyle aklına düşüyor. “Adam, ailesine küfretmişim gibi baktı yüzüme. Çünkü o kadar otomatize olmuş bir iş yapıyor ki sen ‘Kolay gelsin’ diyerek onu o dünyadan çıkarıyorsun. Yani adamı o yabancılaşmadan çıkararak yoruyorsun. Ekstra iş çıkarıyorsun adama. Bunu görünce o sıkışmışlığı anlatmak istediğime karar verdim.”

Bir fikir aklına düştüğünde notlar almaya başlıyor. Sayfalarca. Bu karakter ne düşünür, ne söyler, nasıl söyler. Öyküye nasıl detaylar eklenebilir. Hepsini not alıyor.

Kendi setinden başka bir sette hiç bulunmamış Tolga. Ustası olmamış hiç. Sinemayı ta en başından beri kendi bildiği gibi yapmış. “Sinemada tanrılarım olmadı benim hiç. Öyle sinefil olmaktan da gelmiyorum. Bu sanırım beni daha cesur yapıyor. Kafamdaki fikri denerken, sinema dünyası ne düşünür, eleştirmenler ne der, diye düşünmüyorum. Aklıma gelmiyor. Sadece kafamda en ince ayrıntısına kadar kurduğum dünyanın tam kafamdaki gibi yansımasına çaba harcıyorum.”

Sendikaya şiir yazmış

‘Gişe Memuru’ filmine dair detaylarla boğuşurken ancak Tolga’yı tanıyanların akıl sır erdirebileceği türden bir hareket yapıyor ve gişe memurlarının üye olduğu Yapı-Yol Sendikası’na bir şiir yazıp gönderiyor! Yanına da bir not ekliyor: ‘Gişe memurlarıyla ilgili bir film yapmak istiyorum. Yardımcı olursanız sevinirim.’

Sendika yardımcı oluyor ve Tolga günlerini gişelerde, memurları gözleyerek hatta zaman zaman memurluk yaparak geçirmeye başlıyor. Senaryo da böylece tamamlanıyor.

 

Tolga’nın tarzı böyle. Yazacağı konunun tamamıyla içine dalması gerekiyor. Gemide geçen‘Sarmaşık’ için de uluslararası nakliye gemileriyle aylarca seyahate çıkmış. Zaten filmi izleyince, senaryonun gemide kullanılan dile fazlasıyla hakim olduğunu anlıyorsunuz.

 

“Hani, metot oyunculuğu vardır ya. Oyuncu karakterinin doğal halini aylarca gözlemler. Ben de metot yazarıyım galiba. Gidip göreceğim, görmeden yazamıyorum” diye açıklıyor bu durumu.

‘Sarmaşık’ı izleyenlerin büyük bir kısmıyla eleştirmenler filmde bir ana metnin dışında bir de alt metne, büyük bir alegoriye dikkat çektiler. Çok katmanlı filmler düşünmeyi, kurmayı sevdiğini söylüyor Tolga.

“Fakat bunun göze batmamasını çok önemsiyorum. Filmi sadece gemide geçen bir hikaye olarak izleyen ve algılayan insanlar olması çok hoşuma gidiyor. Çünkü öyle olmalı. Birileri de sadece ana metin üzerinden ilerlemeli. Eğer herkes o alegoriyi hissediyor, anlıyorsa, kör gözüm parmağına bir iş olmuş demektir.”

Filme çok net bir iktidar eleştirisi hakim. Cevabını kestirerek de olsa nedenini soruyorum: “E çünkü kendi hayatımda iktidar kendisini burnuma kadar sokmuş durumda ve sıkıldım bundan. Hayır, bir de iktidarın artık işlevini yitirdiği, anlamsızlaştığı durumlar var ki bu noktalarda hala kendisini ısrarla dayatması olacak şey değil. Öyle olunca iktidar mekanizması işlemiyor da. Filmde de öyle. Bir yerden sonra iktidar olan iktidarını yitiriyor ve ondan sonra olaylar başlıyor.”

Beş kısa soru, beş kısa cevap

Sinema para kazandırıyor mu?

Tabii ki hayır. O nedenle bir süredir reklam filmleri çekiyorum. Reklam yönetmenliğinden elde ettiğim parayla da hem senaryo yazmak için bir boşluk bulabiliyor hem de film çekmekten doğan borçlarımı ödüyor.

Bir filmde en çok önemsediğin şey ne?

Ritim. Ritimsiz filmlere dayanamıyorum. Tıpkı şiirin, şarkının olduğu gibi filmlerin de bir ritmi olmalı.

Bu işi yaparken yoruluyor musun?

Çocuk oyuncaklarıyla oynarken yorulur mu hiç?

Ne kadar zamanda bir film çekiyor, çekmek istiyor?

Belirli bir süresi yok. Elimdeki öyküyü anlatmadan duramayacağına karar verince çekmeye başlıyorum.

Sırada ne var?

Çok net değil. İki senaryo var elinde. Birisi, Antalya’da ödül alan Kelebekler, bir diğeri de yeni başladığı bir öykü. İlk olarak hangisini çekeceğimi zaman gösterecek.

 



HABER VİDEOSU





Kaynak: Diken/Eray Özer?in haberi

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 939 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER K-Sanat Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI