Bugun...



Prof. Dr. Büşra Ersanlı:Erken seçim değil bu, ‘Olmadı baştan’ seçimi

Türkiye, 1 Kasım’da ‘tekrar seçim’ yapacak. Sandıktan çıkacak sonuçla nerelere savrulacağımız meçhul. Seçime giderken soluduğumuz siyasi havayı yorumlatmak adına Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın evindeyiz. Ersanlı, 2011 yılında KCK operasyonları kapsamında örgüt üyesi olduğu iddiasıyla tutuklanarak cezaevine gönderilmiş bir akademisyen.

facebook-paylas
Tarih: 29-09-2015 04:12

Prof. Dr. Büşra Ersanlı:Erken seçim değil bu, ‘Olmadı baştan’ seçimi

 

Prof. Dr. Büşra Ersanlı:
(Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi)

Erken seçim değil bu, ‘Olmadı baştan’ seçimi

 

Türkiye, 1 Kasım’da ‘tekrar seçim’ yapacak. Sandıktan çıkacak sonuçla nerelere savrulacağımız meçhul.

Seçime giderken soluduğumuz siyasi havayı yorumlatmak adına Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Büşra Ersanlı’nın evindeyiz. Ersanlı, 2011 yılında KCK operasyonları kapsamında örgüt üyesi olduğu iddiasıyla tutuklanarak cezaevine gönderilmiş bir akademisyen.

Mutfakta, kendi yaptığı filtre kahveyi fincanlara eşit bölüştürmek için oldukça özen gösteriyor. “Eşitlik önemli” diyor gülerek. “Ne geldiyse başımıza eşitlik peşinde koşmaktan geldi!”

Erken seçim değil bu, ‘Olmadı baştan’ seçimi

Bir siyaset bilimci olarak cevabınızı merak ediyoruz: ‘Tekrar seçim’ ne dem

ek?

Yasal bilimsel bir anlamı yok. ‘Tekrar seçim‘ sözünün teknik bir anlam kazanması için birçok sandıkta yolsuzluk yapıldığının yasal olarak kanıtlanması gerekirdi.

Duygusal, tepkisel, psikolojik bir anlatım. “Ben iktidar olmadıkça yenilerim” demek. “Olmadı, baştan”demek. Hani tavlada oynarsın yenilirsin, bir daha oynamak istersin. Tam ergen erkek davranışı.

Bu hırsı herkes anlıyor ve tekrarlandıkça sonucu HDP’nin üçer beşer oy artırması olur. Yani yüzde 13’ten yüzde 16’ya, yüzde 16’dan yüzde 20’ye… Böyle devam eder.

1 Kasım’da, 7 Haziran seçimlerine benzer bir sonuç çıkarsa nasıl bir durumla karşı karşıya kalacağız?

Antidemokratik zekâlarını şimdiye kadar çalıştırdıkları gibi çalıştırabilirlerse, “Bu da olmadı, bir daha seçim”derler. ‘Tekrar seçim’ diye bir şey bekliyor muyduk? Yok. Koalisyon olur diye bekliyorduk değil mi? Tekrar seçim lafının altında yatan psikoloji, ‘Biz kazanmadıkça yenileriz’ psikolojisi. Erken seçim değil bu, ‘Olmadı baştan’ seçimi. Onun için bir daha olabilir. Bu antidemokratik zekâ nereye kadar ilerleyebilir, bilemiyorum. AKP danışmanlarında çok kuvvetli bir antidemokratik zekâ var.

Mizah, zekâ ve haklı bir dava

7 Haziran seçimlerine giden süreçte, Kürt meselesi açısından alışık olmadığımız bir duruma tanık olduk. HDP’nin seçim kampanyasına damga vuran mizah, apolitik ya da Kürt meselesine mesafeli yaklaşan insanların dahi ilgisini çekmeyi başarabildi. HDP’nin barajı geçmesiyle ise bu atmosfer tersine döndü. Türkiye’nin 8 Haziran sonrasında böylesi bir kaosa çekileceğini bekliyor muydunuz?

Diyarbakır’daki patlama önemli bir göstergeydi. HDP’ye karşı, ‘Biz size yol vermeyeceğiz’ göstergesiydi. Onu başaramayınca o tür duygulardan medet uman bir siyasi iktidar bunun devamını getirir diye kısmen düşündüm.

Çatışma olmaması herkeste bir ferahlık yaratmıştı. O ferahlık özellikle Kürt illerinde insanların hayata daha çok sarılmasına yol açmıştı. Böyle bir ortamın üzerine zekâyla gelen mizah, o da Selahattin Demirtaş, bayağı bir ferahlık yarattı tabii. Mizah, zekâ ve her şeyden önce haklı bir dava üstelik. Belli bir eğitim görmüş, okumuş yazmış insanlar bunları anladı. Türkiye’nin Kürtlerin dışındaki yarısı, gizlenmiş bu problemin iç yüzünü görmeye başladı. Kürtlerin kendileri de geçici menfaatlerle bu işin düzelmeyeceğini anlamaya başladı.

Çok büyük bir strateji bozukluğu

HDP’ye yönelik seçim öncesinde başlayan ve sonrasında da ülke çapında devam eden saldırıların Türkiye toplumundaki karşılığı nedir?

Münferit, faşizan saldırılar değil. Avrupa’da zaman zaman ortaya çıkan ırkçı saldırılara benzemiyor. Hem eğitim sistemiyle yaratılmış hem de son 13 yıllık iktidarın verdiği bir nefret söylemi atmosferi var. Bu nefret söyleminin alıcıları da var. Toplumun sorunlarını merak etmeyen, kendi dar çevresinde işsiz güçsüz kalmış insanların bu söyleme kolay adapte olmaları için bir atmosfer var.

‘Ben erkeğim, ben tekim. Ben her şeyi yaparım, ben beceririm. Ben istediğim gibi toplumu yeniden yaratırım.’ Bunun işsiz güçsüz genç erkekler üzerindeki etkisinin yaygın olduğunu düşünüyorum. O saldırıları yapanların bu atmosferde kolay beslendiğini düşünüyorum.

Peki, 6 milyon oy almış bir siyasi partiyi gayrimeşru gösterme ve kendisinin de mağduru olduğu şiddeti bu partiye mal etme çabalarını nasıl okumalıyız?

Geriye dönüş bu. HDP’nin geleneğini paylaştığı bütün partilere şu yapıştırıldı: ‘Siz şiddet uygulayan terör örgütünün devamısınız. Sizle ilgili her türlü melanet onla ilgilidir.’ Toplum da böyle kavrıyordu. Ama sonra Gezi direnişi oldu, karşı çıkışların benzerliği ortaya çıktı, çatışmasızlık oldu, bu algı daha da kırıldı. Bu kırılma iktidarı korkuttu, çünkü bu kırılma sadece Kürt illeriyle ilgili bir şey değil. İnsanların bu olumlu gidişe sarılması demek. Bunu bozmak için tekrardan eski söyleme dönüldü ama çok geç artık.

1990’larda biz sokak arasında öldürülmüş insanları bilemiyorduk. Şimdi fotoğraflarını, videolarını görüyoruz. Yerinde gidip incelemek, acıları paylaşmak isteyen insan sayısı çok arttı, Roboski’den beri böyle… Bunun geri dönüşünü düşünmek siyaseten çok büyük bir strateji bozukluğu. Kendi açılarından da sağlıklı bir proje değil.

Ülkenin yarısından çoğuna terörist diyorsun

Cizre’de meydana gelen ölümlere ilişkin sosyal medya ve internet üzerinden fotoğraflar yayınlanmasına rağmen bazı vatandaşların yaşanan katliamı inkâr yoluna gittiğini de gördük.

Bu kesim daima olacak. O kesimin sayısını düşürdükçe demokratikleşmiş olacağız zaten. Uzun vadeli bir iş. O sayı biraz düştü. Daha da düşmek üzereyken geriye çevirmek isteyen bir siyasi iktidar var. Ama bunu başarması eskisi gibi mümkün değil. Zaten eskisi başarılı olsaydı böyle olmazdı.

Bir kısır döngü içindeler. ‘Bak bunlar ne kadar terörist’diye ikna etme potansiyelin düşmüş durumda, çünkü sen herkese terörist diyorsun. HDP’lilere terörist diyorsun. Ufak tefek sol gruplara terörist diyorsun. Gezi’dekilere terörist diyorsun. Gülen hareketini takip edenlere terörist diyorsun. Ekolojik hak arayanlara terörist diyorsun. E demek ki sen ülkenin yarısından çoğuna terörist diyorsun. Terörist söylemi bu kadar çok farklı halk kesimini içine almaya çalıştıkça artık geçerli olamaz.

AKP, iktidar olduğu süre boyunca birçok badire atlattı ama parti içinden tek tük, cılız sesler yükseldi. Kamuoyunda, fikir ayrılıklarından kaynaklanan bir tartışma da göremedik.

Sadece AKP’de değil, Türkiye’de bütün toplumsal yapılarda olan bir şey. Gelirin ve rahatın bir şeye bağlandıysa onu riske atacak insan sayısı genellikle çok düşük oluyor. Sorgulama, gerçekleri arama dürtüleri fazla gelişmemiş bir ülke. Birçok bilgi zaten gizlenmiş senelerce.

HDP’ye yakınlık esas olarak ilkelerle ilgili

Cezaevinden çıktıktan sonra Cansu Çamlıbel’e verdiğiniz söyleşide, “Bizim gibi insanların Kürt siyasi hareketine sırt çevirmesini bekliyorlar” demiştiniz. HDP bu semtlerden gelen oylarla barajı geçmiş gibi, seçim sonrası Nişantaşı ve Cihangir’i hedef alan açıklamalar bahsettiğiniz zihniyete paralel bir tavır mı?

“HDP’nin sahipleri İstanbul’un mutena semtleri”diyemeyiz. Bizim gibi, yani tamamen eşitlik ve adalet duygusuyla, vicdani nedenlerle destek veren insanları caydırmak için baskı uygulanır. Bazen yazdıklarını engellersin, bazen hapse atarsın. Bana yapılan da oydu. Türk ve kadın olmam çok önemliydi. Benim çevremde birçok liberal HDP’ye oy veriyor şimdi. Demek ki yaptıklarıyla onları caydırmak değil, daha ileri bir noktaya taşımış oldular.

Benim gibi insanların HDP çizgisine yakınlık duyması esas olarak ilkeleriyle ilgili. Doğa dengesi var, kadın-erkek eşitliği var, emek sömürüsüne karşı bir tavır var. Onlar zannediyorlar ki bir terörist örgüt var, onun da bir uzantısı var ve kendini bilmez birtakım aydınlar da onlara destek veriyor. Destek veren aydınların şiddete karşı oldukları ve barış istedikleri o kadar belli ki!

Sen sivrilttikçe karşı taraf sivrilir

Bu ilkelerden korktuklarını söyleyebilir miyiz?

Tabii ki, esas mesele o. Suriye işi de o. Yeni bir sisteme ihtiyaç var dünyada. Özerklik yerine öz yönetim demeyi tercih ediyorum, ‘erk’ kavramını kullanmak istemiyorum. Öz yönetim, bildiğin yerde ve bildiğin insanlarla kendi sorunlarını kendi öz gücünle kotarabilmen demek. Ulusların kaderlerini tayin hakkı ilkesinin bugünün koşullarına uyarlanması demek.

Kürt siyasi hareketine nefes aldırmama yönünde adımlar atılmaya devam edilirse sonuçları ne olur?

Ülkeyi bölmüş olurlar belki. Düşünmek istemiyorum ama devlet eliyle ülkeyi ayırmış olurlar. Bir kesimi daha çok itmiş olurlar. Daha çok itilen de kendi başının çaresine bakmak zorunda kalır.

Diyalogla çözüm yolları izlenmiş olsaydı PKK bu kadar kuvvetlenebilir miydi? Sol bir şiddet hevesi olarak gelir geçerdi birkaç senede. Sen sivrilttikçe karşı taraf sivrilir. İkili ilişkilerde de böyle. Tahrik et, sürekli küçük düşür. Karşı taraf da çıldırır.

Böyle muhafazakârlık olur mu?

AKP çevrelerinde ‘Çözüm sürecini biz başlattık, ama Kürtler bize nankörlük etti’ düşüncesi etkili olmuş mudur?

‘Ermeniler en sadık milletti. Ruslara yardım ettiler. Sağda solda isyan çıkarmaya başladılar. Biz de onlara haddini bildirdik.’ Aynı mantık değil mi?

Bir sorun olur, tespitini yaparsın. Muhafazakârsa muhafazakâr, liberalse liberal, sosyalistse sosyalist, ideolojinin çerçevesinde diyalogla çare bulmaya çalışırsın. Böyle yaptıklarını zannetmiyorum.

Çok net bir göstergesi var. Muhafazakârlığın en temel prensiplerinden biri, doğa dengesini korumaktır. Hiç öyle bir şey görüyor muyuz? Doğa korunuyor mu? HES’lere bak. İnşaat izinlerini genişletme, yeşili azaltma… Bütün bunlara baktığında AKP muhafazakâr ideolojiye bağlı mı?

Muhafazakâr olsa din konusunda birtakım ilkeleri bu kadar fazla ayaklar altına almaz. Mesela, ölüme karşı saygı… Bütün ölümlere karşı müthiş bir saygısızlık var. Kurban, kader, fıtrat… İnsanın sağlıklı yaşamasına karşı saygı yok. Hayatı muhafaza edemiyor! Muhafazakarlığın bir tek ilkesi uygulanıyor, o da eşitsizlik ve hiyerarşiye olan bağımlılık, ki o da dinden ve gelenekten ziyade tek adam saplantısından besleniyor. Yani bu noktada bile dengesiz bir muhafazakarlık… Böyle muhafazakârlık olur mu?




Kaynak: Diken

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 1076 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Röportaj-Analiz Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI