Bugun...



'Tarih böyle bir şeydir, yıktığınız şey artık yoktur. Bu da bir suikasttir.' SUR’DA tarihe suikast yapılıyor!

Amed’in Sûr ilçesinde 9 gün süren sokağa çıkma yasağına birkaç saat ara verilmesi ile yaşanan devlet terörü özellikle tarihi mekanlardaki tahribatı gözler önüne serdi. Unesco Tarih Mirası Listesi’nde yer alan Kurşunlu Cami, Paşa Hanı, Dört Ayaklı Minare, Sûrp Gragos Kilisesi ve daha onlarca yapının zarar gördüğü ilçede yaşananları Amed (Diyarbakır) Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Gültan Kışanak Özgür Gündem gazetesine değerlendirdi. Devletin, Sûr’da uyguladığı yasak ve verdiği zararı “Tarihe suikast” olarak yorumlayan Kışanak, yaşananları devletin Kürt sorunundaki çözümsüzlükteki ısrarı olduğuna dikkat çekti. “Çözüme bir saat yakınız” diyen Kışanak, İmralı’da Sayın Öcalan ile yapılacak diyalog ve müzakerelerin yaşanan tıkanıklığı aşabileceğine işaret etti.

facebook-paylas
Tarih: 14-12-2015 13:44

'Tarih böyle bir şeydir, yıktığınız şey artık yoktur. Bu da bir suikasttir.'  SUR’DA tarihe suikast yapılıyor!

 

SUR’DA tarihe suikast yapılıyor!

Amed’in Sûr ilçesinde 9 gün süren sokağa çıkma yasağına birkaç saat ara verilmesi ile yaşanan devlet terörü özellikle tarihi mekanlardaki tahribatı gözler önüne serdi. Unesco Tarih Mirası Listesi’nde yer alan Kurşunlu Cami, Paşa Hanı, Dört Ayaklı Minare, Sûrp Gragos Kilisesi ve daha onlarca yapının zarar gördüğü ilçede yaşananları Amed (Diyarbakır) Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Gültan Kışanak Özgür Gündem gazetesine  değerlendirdi. Devletin, Sûr’da uyguladığı yasak ve verdiği zararı “Tarihe suikast” olarak yorumlayan Kışanak, yaşananları devletin Kürt sorunundaki çözümsüzlükteki ısrarı olduğuna dikkat çekti. “Çözüme bir saat yakınız” diyen Kışanak, İmralı’da Sayın Öcalan ile yapılacak diyalog ve müzakerelerin yaşanan tıkanıklığı aşabileceğine işaret etti.

Kürt halkının özyönetim inşası neden devletin bu denli büyük saldırılarına uğruyor?

Özyönetim tartışmalarının başladığı günden bugüne yaşananların 40 yıllık savaşın bir devamı olarak gördüğümüzü ifade ettik. Çünkü müzakere ve diyalog süreçlerinde bu savaşı bitirecek adımlar atılmadı. Türkiye savaşı bitiremedi. Bitirebilseydi bugün bu tür şeyler ile karşılaşmayacaktı. Ve bu savaş yeni başlamadı. Sadece mekan ve biçim değiştirdi. Savaş bizlerin 80’lı yıllardan beri yaşadığımız bir realitedir. Kürt sorunundan kaynaklı halkın bir statü talebi var. Bunun karşısında ise hala bu talepleri karşılamak istemeyen bir devlet ve hükümet realitesi var. Çatışma iki türlü bitecek; ya halk talebinden vazgeçecek ya da bu talebi karşılayacak bir çözüm bulunur. Çatışmayı üreten neden orta yerde duruyor. Biz lokal tartışmalar ile bir yere varamayız. Asıl tartışmamız gereken mesele Kürt sorununun kendisidir ve Kürt sorununu nasıl çözeceğiz meselesidir. Demokratik yollarla, diyalog ve müzakere ile bu sorunu çözebiliriz. Bu nedenle çatışma özyönetim tartışmaları ile birlikte yeniden konuşuldu. Çünkü bu talep güncellendi. Özyönetim tartışması Kürt halkının, halk olmaktan kaynaklı demokratik hakları ile ilgili somut bir çözüm önerisidir. Özyönetimin kendisi bir çatışma nedeni değildir. Tam tersine özyönetim bir çözüm önerisi ve modelidir. Birlikte yaşamı öngören bir modeldir.

Devletin buna sert refleksini nasıl okumalı?

Devletin kendisi müzakereyi ve diyaloğu bıraktı, çatışmaya geri döndü. Çatışma ile birlikte gölgelenmek istenen ve gündemden kaçırılmak istenen boyutun özyönetim olduğunu düşünüyorum. Yani Demokratik Özerklik, Kürt halkının statü talebi. Bunu görünür kılmak gerekiyor, çünkü asıl mesele bu. Geriye dönüp baktığımızda diyalog ve müzakere sürecinde tıkanma noktası da buydu. Buna devlet bir yanıt vermedi. Sayın Öcalan bu tıkanıklığın önünü açmak için Dolmabahçe Mutabakatı’nda demokratik bir anayasa ve yerel demokrasi bağlamında tartışalım istedi. Çözümün önünü açacak yeni bir öneri sundu. Bir süre sonra bu da Erdoğan tarafından ‘Kabul edilemez’ olarak görüldü. Böyle olunca çözüme dair elinizde bir yol ve yöntem ya da üzerinde konuşabileceğiniz bir metin kalmadı. Bunlar çok önemliydi çünkü tıkanıklığın olduğu yerde bunlar yoksa, geriye çatışma kalıyor. Devlet, hükümet, Ankara, demokratik kamuoyu ve halkın direnişi buna bir yol açacaktır, açmak zorundadır. Tüm kanallar kapandığında geriye çıplak bir çatışmanın kendisi kalıyor. Bu da yıkıcıdır.

Tüm bunların yanında ‘Yıkıcı’ olan devlet, Sûr’da tarihi yok ediyor. Buna nasıl karşı koyulabilir?

Diyarbakır Sur'daki çatışmalarda tarihi camide yangın!

 

Tarih böyle bir şeydir, yıktığınız şey artık yoktur. Bu da bir suikasttir.'(GK) 

AA haberine göre; Diyarbakır Sur'da devam eden çatışmalarda bir tarihi mekan daha zarar gördü. Kentteki ilk Osmanlı eseri olan Kurşunlu Cami olarak anılan Fatihpaşa Camisi'nde yangın çıktı.

İlçede 6 mahalle, bir cadde ve Dağkapı Meydanı'nda uygulanan sokağa çıkma yasağının ardından polis ve jandarma ekiplerince gerçekleştirilen hava destekli operasyon sürüyor.

1516-1520 yıllarında dönemin Diyarbakır Valisi Bıyıklı Mehmet Paşa tarafından yaptırılan ve kubbelerinin kurşunla kaplı olması nedeniyle "Kurşunlu" diye de anılan cami, Diyarbakır'daki ilk Osmanlı eseri.

Sûr Unesco’nun Dünya Kültür Mirası listesine alınmış ve bütün insanlığın değeri olarak kabul gören özgün bir tarihi miras mekanıdır. Burada kaybettiğimiz her taş, kapı, duvar veya tarihin bir parçası, oranın bütün bir insanlığın değerlerine suikasttir. Çünkü artık tarih yok oluyor. Yıkılan bir duvarın yerine yeni bir duvar inşa ettiğimizde, o artık tarihi olmayacak. Bugüne dair yapı olacak ve tarihselliğini yitirecek. Şöyle ucuz bir yaklaşım var; ‘Restore ederiz’. Böyle bir şey olamaz, tarihi restore edemezsin. Biz Unesco sürecinde, Unesco bilim heyeti süren restorasyon çalışmalarını durdurdu. Dediler ki; ‘Siz yeni bir kale örüyorsunuz. Yeni bir kalenin önemi yok ki. Tarihi olan eski yapılar lazım. Yapılan restorasyon özgünlüğü bozuyor, derhal bunu durdurun. Durdurmazsanız, biz Unesco’ya almayacağız”. Bunun üzerine Kültür Bakanlığı restorasyonu durdurdu. Tarih böyle bir şeydir, yıktığınız şey artık yoktur. Bu da bir suikasttir. Tarihi yapılara verilen zarar, tıpkı bir canlının ölmesi ve geri gelmemesi gibidir.

Başından beri hükümet ile yaptığımız tüm görüşmelerde, Sûr’un bu özgün pozisyonunu her defasında gündeme getirdik. Ne yazık ki, orada ortaya çıkan tablo, tarihi yapıların hiçbir özen gösterilmeden tam tersine harap etme kastıyla saldırıya uğrayarak tahrip edildiğini gördük. Bu hepimizin yüreğini yakıyor. Asla kıyaslanamaz, sivil insanların, orada bulunan gençlerin, halkın yaşadığı eziyet, ölüm ve yaralanma üzerinde mutlaka durmalıyız. İki durum var, bir taraftan tarih ve geçmiş katlediliyor diğer taraftan halk katlediliyor. Bazen şu eleştiri geliyor; ‘Burada insanlar ölüyor ama siz iki tane taşın derdindesiniz’ diye ama aslında böyle değil, insanlar son derece kıymetli ve asla kıyaslanamaz. Ancak bu denli tarihi yapı da başka şeyler ile kıyaslanamaz. İkisi de bir birinde değerli iki şeyi kaybediyoruz.

Unesco’yu yaşananlar hakkında bilgilendirdiniz mi?

Evet ilk sokağa çıkma yasağından sonra özellikle Sûrp Gragos, Dört Ayaklı Minare, Paşa Hamamı ve birkaç yerde diğer tarihi mekanlara saldırılar olmuştu. Bunları fotoğraflayıp, teknik raporları ile birlikte gönderdik. Son yasakla birlikte Kurşunlu Cami ve diğer yapılar ile ilgili de edindiğimiz bilgileri paylaştık. En önemlisi Unesco’ya devlet ve hükümet adına Kültür Bakanlığı söz verdi. Tarihi koruyacakları sözünü bizimle birlikte onlarda verdi ama Unesco nezlinde muhatap devlettir. Biz bu uyarıları ve yazıları Kültür Bakanlığı’na da gönderdik. Ben bu konu ile ilgili Kültür Bakanlığı ile görüşmek için telefon ile iletişime geçmeye çalıştım ancak hala bir dönüş olmadı bize. İnsanlığın mirası olan Sûr’da 33 medeniyetin izleri 8 bin yıllık bir tarih var burada. Asla geri getiremeyeceğimiz tarihsel ve canlı kayıplarımız oluyor. Operasyonlar devam ederse geri kalan yapılar da tahrip olacak.

* Özyönetim alanlarında halkın devlet tarafından mağdur edilmesi ile ne amaçlanıyor sizce?

Bu konularda kimse ucuz toplum mühendislikleri yapmasın. Geçmişte, ‘Şu olursa halk PKK’ye tavır alır’ gibi yaklaşımlar vardı. Ben bir Dejavu yaşıyor gibiyim. 90’larda aynı şeyleri yaşadık. Denildi ki; ‘Silahlı insanlar var. Gerilla var. Köylere gidiyor ve köylüler yardım ediyor’ bahaneleri ile 4 bin köy yakıldı. O zamanlar gerekçe buydu. Bu günde ilçelerimizde yaşadığımız şeylerin aynısını o gün köylerimizde yaşadık. Halkı PKK ile karşı karşıya getirmek istiyorlardı, böyle bir şey planlandı. Büyük bir mağduriyet yaratılarak, halkın ‘bundan PKK sorumludur’ diyeceklerini ve PKK’ye karşı tavır almasını beklediler. Devletin şu an da yaşananlardan halkın PKK’yi sorumlu görmesi için büyük bir çabası var. Hükümete yakın basında ‘halk bunlara karşı tepkili’ şeklinde, ‘Kim yapıyor?’ sorusunu sordurmadan soyut haberler yapılıyor. Böyle bir toplum mühendisliği yapılıyor. Tam tersine 90’larda yaşananlara rağmen halk vazgeçmiyor. Bugün mahallelere gidiyoruz halk, ‘devlet köylerimizi yaktı, bugün de mahallelerdeki evlerimizi yakıyor’ diyor. Şiddetin bir tekrarı var. Oysa devlet ‘Biz bu işi şiddet ile çözemiyoruz’ diyerek masaya oturmuştu. Ama bugün yeniden şiddetle gerçek anlamda ‘Terörle’ Kürt sorununda sonuç almaya çalışan bir akıl varsa bu süper bir akılsızlıktır.

Halka dönük bu devlet saldırısı nasıl sonuçlar doğurabilir?

Sûr’da insanların yüzünde acı var ama yüzlerde en çok okunan ve görülen ise öfke oluyor. Arzu etmiyoruz ama her yerde bu böyledir. Baskının ve şiddetin dozunu artırırsan, bir yerde sosyal bir patlama oluyor. Bir bütün olarak kesinlikle ama kesinlikle Kürt sorununun çözümünde tüm koşullar hala mevcuttur. Neden inat ediliyor? Ankara hükümetinin artık bu çatışmacı pozisyonunu bir tarafa bırakıp çözüme odaklanan ve olanakları oluşturan bir yola girmesi gerekiyor. Bunun dışındaki yolların bedeli ağır oluyor. Yeterince bedel ödendi ve bir noktaya getirdik. Sayın Öcalan ile görüşmelerin başlaması önemliydi. Çözüm konusunda geliştirdiği önermeler son derece önemliydi. Bu kadar güçlü bir aktör var, tıkanıklığı aşan, halk karşısında büyük bir itibar ve saygınlığı olan, güçlü bir lider var ortada. Ve bu çözümü kolaylaştıracak en önemli şeydir. Ama bu yolu denemeyip tekrar çatışmaya dönmeyi ne vicdan kabul eder ne de akıl kabul ediyor.

Şu an çözüme ne kadar yakın veya ne kadar uzağız sizce?

Bence (Ankara ile İmralı’nın arası en hızlı şekilde bir saattir) çözüme bir saat uzağız. Ama zihniyet olarak ise bir o kadar uzak olunduğunu görüyorum. Bu kadar kolay ve yakın bir çözüm olanağı varken, bunu tercih etmeyip yine baskı, şiddet ve çatışmadan medet uman bir zihniyet ne yazık ki hepimize ölüm getiriyor. Bu hepimizi derinden sarsıyor. Biz bunları yaşamak zorunda değiliz. Başka bir çözümü var. Ve bu çözüme mutlaka ulaşmamız ve tüm enerjimizi buna odaklamamız gerekiyor. Tabi ki onurlu, demokratik ve kalıcı bir çözüm yolu aranmalı. Bir yerden başlamalıyız, hatta başlamıştık devam ettirmeliyiz.

Sûr’da hala abluka sürüyor. Siz belediye olarak ilçedeki halkın ihtiyaçlarını karşılayabiliyor musunuz?

Gıda konusunda bir girişimimiz oldu. İlçe belediyemiz Kaymakamlık ile görüştü. Kaymakamlık, ‘Bir ihtiyaç varsa biz karşılarız’ demişti. Bizim dağıtmak istediğimiz malzemeleri yine kendileri dağıtmak istedi. Yani dağıtım konusunda bir imkanımız olamadı. İzin verilmedi. Birkaç saatliğine kaldırılan yasak sırasında hızlı bir şekilde birikmiş olan çöpleri topladık. Sosyal hizmetler birimimizin evlerde bakıma muhtaç olan yaşlılara ulaşımı konusunda sıkıntı vardı. Yasak boyunca ulaşılamadı onlara. Birkaç saatliğine onları ziyaret edip ihtiyaçları karşılandı ancak hala Sûr’da olan yaşlılarımız var ve onlara yasak nedeni ile ulaşamıyoruz. Sûr’da çatışmalar sırasında patlayan su borularının küçük bir kısmı tamir edildi. Bunlar el ile yapılan tamiratlardı, çünkü abluka kalkmadığı için araçlarımızın girişine izin verilmedi. Sûr’da acil olarak yaşam olanağının sağlanması için yasağın kaldırılması gerekiyor ki, kentsel hizmetler konusunda üzerimize düşenleri yapalım. Yasağın yeniden konulması yaşadığımız sorunların daha da katmerleşerek sürmesine neden olacaktır. En hızlı şekilde yasağın kaldırılması gerekiyor.

Halka rağmen kamu düzeni olabilir mi?

Devlet Kürdistan’da ‘Kamu düzeni’ni her şeyin üzerinde mi görüyor?

Bu yanlış tanımlama zaten. ‘Kamu’ demek halk demek. Halkın huzuru yoksa, ‘Kamu düzeni’ zaten yoktur. Aylardır Kürdistan’da hiç kimsenin huzuru yok, hangi ‘Kamu düzeni’nden bahsediliyor? Çatışma olmayan bölgelerde bile insanlar rahatça sofralarına oturup yemek yiyemiyorlar. İnsanlar o kadar büyük bir acı ve üzüntü içindeler ki, gündelik hayatta bunun izlerini görebiliyorsunuz. Böyle bir ‘Kamu düzeni’ olabilir mi? Devletin kurallarını kabul etmeyen halkı ‘Ben sizi ezerim’ demek; kamu düzenini sağlamak değildir. Bu devlet halkı için vardır. Devlet ise hala ‘Kamu düzenini sağlayacağım’ diye halkın kabul etmediği kuralları zorla kabul ettirmek için baskılar yapıyor. Halka rağmen ‘Kamu düzeni’ olabilir mi?




Kaynak: Özgür Gündem

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 935 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Röportaj-Analiz Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI