Bugun...



Orta Çağ filozofları

Orta Çağ felsefesi tarihsel dönem itibariyle ilkçağ felsefesinin bitiminden modern düşüncenin başlangıcına kadar olan dönemi kapsar. M.S. 2. yüzyıldan 15. yüzyıl sonlarına-16. yüzyıl başlarına, rönesansa kadar olan dönem olarak ele alınır.

facebook-paylas
Güncelleme: 05-01-2017 01:54:24 Tarih: 02-01-2017 05:35


Orta Çağ felsefesi tarihsel dönem itibariyle ilkçağ felsefesinin bitiminden modern düşüncenin başlangıcına kadar olan dönemi kapsar. M.S. 2. yüzyıldan 15. yüzyıl sonlarına-16. yüzyıl başlarına, rönesansa kadar olan dönem olarak ele alınır. Bu dönemin felsefe tarihi açısından kendine özgü özellikleri vardır. Birçok felsefe tarihi kitabında ortaçağda felsefe yok sayılır ya da ortaçağın karanlık bir çağ olduğu değerlendirmesine bağlı olarak felsefenin de karanlığa gömüldüğü öne sürülür. Bunun yanı sıra ortaçağda felsefenin varlığını kabul eden ve bu felsefenin özgül niteliklerini açıklayan felsefe tarihi çalışmaları da söz konusudur.

AURELİUS Marcus

(
M.S. 121 Roma, İtalya – M.S. 180 Viyana, Avusturya) Roma imparatoru ve filozofu. 

Roma İmparatoru Hodrianus’un isteğiyle 138 yılında Antoninus tarafından küçük yaşta evlât edinildi. İmparatorluk sarayında büyüyen Marcus, dönemin en iyi öğretmenleri tarafından yetiştirildi. 

Uzun bir süre “retorik” adı verilen güzel konuşma sanatıyla ilgilendikten sonra, zamanının büyük bir bölümünü felsefeye ayırmaya başladı. 

145 yılında kuzeni Faustina ile evlenen Marcus Aurelius, 161 yılında İmparator Antoninus’un ölümünden sonra 40 yaşındayken Roma İmparatoru oldu.

Marcus Aurelius, Roma İmparatorluğu’nun en parlak döneminde tahta geçmiştir. Onun, yönetime geçtiği ilk yıllarda imparatorluk sınırları içinde veba, deprem ve sel gibi birçok felâket art arda meydana geldi.

Gösterdiği üstün yöneticilik becerileri sayesinde bu sorunları kısa sürede gideren Marcus Aurelius, bunların yanında imparatorluk sınırları içindeki bazı ayaklanmaları bastırmayı da başardı. Doğuda Partlara karşı sefer düzenledi. Roma orduları, Part ülkesinin içlerine kadar ilerledi. Daha sonra, Tuna boylarına bir sefer düzenleyen Marcus Aurelius, burada vebaya yakalandı ve 17 Mart 180′de Viyana’da öldü.

Marcus Aurelius iyi bir kumandan olduğu kadar felsefeye de büyük önem veren bir liderdi. 

Stoa felsefesinin etkisi altında kaldığı görülen Marcus Aurelius’un günü gününe kaleme aldığı siyasal ve felsefî düşüncelerinden oluşan “Düşünceler” adlı 12 ciltten oluşan bir eseri vardır. Bu eserler incelediğinde Marcus Aurelius’un, Epiktetos’un ahlâkî ilkelerini benimsediği anlaşılır.

Marcus Aurelius Sözleri:

 

Kendi mutluluğunuz sadece kendinize bağlıdır. / Marcus Aurelius

İnsanın başına kaldıramayacağı hiçbir şey gelmez. / Marcus Aurelius

 

Sabahın alacakaranlığında uyanmak sana zor geliyorsa, şu düşünceye başvur: İnsanca bir yaşam için uyanıyorum. Eğer, doğuşumun nedenini ve evrene getirilişimdeki amacı yerine getireceksem yine de somurtkan olabilir miyim? Yoksa yatmak ve örtüler altında kendimi sıcak tutmak için mi meydana getirildim? / Marcus Aurelius

 

BACON Francis (1561-1626)

 

Pragmatizm (Faydacılık) Nedir?

Pragmatizm, en basit tabir ile “yararcılık” ya da “faydacılık” anlamına gelmektedir. Peki, yararcılıktan kastedilen nedir?

 

Felsefi anlamda pragmatizm ya da yararcılık, uygulama ya da eyleme dökülmede faydacı bir anlayışın amaçlanması ya da bu yönde yorumlanabilmesi anlamında kullanılmaktadır. Bu düşünce tarzı, 1842’den 1910 yılına kadar yaşamış olan William James tarafından tanınır ve popüler hale getirilmiştir. Bu bağlamda geliştirilen teoriler, hem iyinin, hem de doğrunun teorisi şeklinde nitelenmektedirler. İyinin teorisi anlamında kullanılan faydacılık, refah odaklıdır (refahçıdır). Yani, en fazla faydanın sağlandığı ve zevk ya da tatmin bakımından değerlendirildiğinde en üst seviyede karşılık bulabilen yararların görülmesini amaçlanır.

Doğru teorisi olarak kullanılan faydacılık ise sonuç odaklıdır (neticecidir). Buna bağlı olarak, doğru hareket, bir durumun ya da kavramın, uygulanabildiği ölçüde gerçek olduğu fikrini merkeze almıştır. Yani, bir bilgi günlük ya da sosyal hayatta hiçbir işe yaramıyorsa, o bilgi yanlıştır. Ancak, bilgi işe yarıyorsa, kesinlikle doğrudur. Ampirizm ile de yakın ilgisi olan bu felsefi akımın, teorik düşüncenin tam tersi şeklinde tanımlamak, doğru bir yaklaşım olacaktır. Pragmatizm kelimesinin çıkış noktası, bir felsefi terim olan “pragma”dır. Eski Yunanca olan bu kelime, iş ve eylem anlamına gelmektedir. Pragmatik sözcüğü ise, anlam olarak “işe yönelik, eyleme dönük” demektir. Genel anlamda, Pragmatizm yerine “Faydacılık” terimi kullanılmaktadır.

Faydacılık, 18. yüzyıl’da, İngiltere’de, ilk olarak Jeremy Bentham ve aynı doğrultudaki bir takım düşünce adamları tarafından ortaya sürülmüştür. Ancak, fikrin temelinde bağdaştığı yer olarak ele alındığında, Epikür (Aipikuros) gibi antik Yunan filozoflarına kadar araştırılması ve bağlantı bulunabilmesi mümkündür. Faydacılık, ilk olarak belirli çevreler tarafından tartışıldığında, “en fazla mutluluk” temelinde analizler dile getirilmiştir. İlerleyen zamanda Bentham, “en büyük mutluluk prensibi” şekline yeni ve özgün bir tanımlama getirmiştir.

Bentham ve Epikür’ün yorum farkları, temelde çok basitti. Epikür tarafından getirilen faydacılık tanımında, “kişiyi en mutlu eden şeyin yapılması” anlamı varken; Bentham ise “herkesi en mutlu yapacak şeyin yapılması ve konuşulması gerektiğini” savundu. Yani, Bentham’ın kuramında, kişisel olmayan bir hedonizm vardı.John Stuart Mill, ünlü ve kısa bir yapıtı olan “Utilitarianism” kitabında, bir faydacı olmasına karşın “bütün zevklerin aynı değerde olmadığını” ileri sürmüştür. Bu savını da, o ünlü karşılaştırmasıyla desteklemiştir: “Mutsuz bir Sokrat (Sokrates) olmak, mutlu bir domuz olmaktan yeğdir.”

Faydacılık, 18. yüzyıl’da, İngiltere’de, ilk olarak Jeremy Bentham ve aynı doğrultudaki bir takım düşünce adamları tarafından ortaya sürülmüştür. Ancak, fikrin temelinde bağdaştığı yer olarak ele alındığında, Epikür (Aipikuros) gibi antik Yunan filozoflarına kadar araştırılması ve bağlantı bulunabilmesi mümkündür. Faydacılık, ilk olarak belirli çevreler tarafından tartışıldığında, “en fazla mutluluk” temelinde analizler dile getirilmiştir. İlerleyen zamanda Bentham, “en büyük mutluluk prensibi” şekline yeni ve özgün bir tanımlama getirmiştir.

22 Ocak 1561'de doğan Francis Bacon, Kraliçe 1. Elizabeth'in adalet bakanı Nicholas Bacon'ın oğludur.

Francis Bacon 12 yaşında girdiği Trinity Francis College, Cambridge'de skolastik felsefe ile tanıştı ama skolastif felsefeye karşı görüşleri burada atıldı.

 1576'da Hukuk okumaya başladı. Öğrenimini tamamladıktan sonra avukatlık yapmaya başladı.

1584'te parlamentoya seçildi.

1603'te Kraliçenin veliahtı olarak James I tahta geçince hızlı bir şekilde önemli mevkilere geldi. Önce "Sir" unvanı aldı, sonra 1606'da başsavcı, 1618'de ise İngiltere başyargıcı oldu.

1626'da zatürree olduğu varsayılan bir hastalık yüzünden vefat etti.

Bacon'ın felsefesinin merkezinde bilim vardır. Bilimin insanları aydınlatma ve geliştirme işlevini öne çıkarmıştır. O'na göre bilim, doğanın özüne yönelmelidir. Doğayı deneyle kavramaya çalışmıştır.

Pragmatizm ile sonuçlanacak olan deney temeline dayanan İngiliz felsefesinin ilk tohumlarını atmıştır.

Bacon'a göre bilimin başlıca yöntemi tümevarım yöntemidir.

Bacon'ı felsefe ve siyaset alanları dışında edebiyat alanında da büyük bir üne ve öneme kavuşturan eseri hiç kuşkusuz ünlü "Denemeler"idir (Essays).

Denemeler üzerinde birkaç noktada durmamız gerekirse, bunlardan en önemlisi, Denemeler'deki ahlâk felsefesidir. Hıristiyan ahlâk yapısının uzağında daha makyavelist bir ahlâk görüşü hakimdir. Yine de pür bir makyavelist tavırdan öte, geleneksel Hristiyan ahlâkı ile makyavelist tutumun ortasında, daha uzlaşmacı ve vasat bir ahlâk yapısı göze çarpmaktadır.

Denemeler'den fazlasıyla anladığımız üzere Bacon'ın ideal yönetim sistemi otokrasidir. Fakat onun otokrasi anlayışı ortaçağdakinden biraz daha farklı, belki de filozof-krala daha yakın bir anlayıştır.

Bacon, Denemeler'de, gençlikten dostluğa, dostluktan siyasete, siyasetten psikolojiye kadar çok geniş bir yelpaze içerisinde birçok farklı görüş sunmuştur.

"İnsan, doğanın yöneticisi ve yorumcusu olarak, doğa düzeni üzerindeki gözlemlerinin izin verdiği kadar eylemde bulunabilir ve nedenleri anlayabilir. Daha ötesini ne bilir, ne de bilebilir."

 

Hiç kuşkusuz, Novum Organum'un bu cümleleri Bacon'un görüşlerini, deneyselciliğini, gözlemciliğini ve insan ile doğaya bakış açısını güzel bir şekilde özetlemektedir. Eserin adından da fark edilebileceği gibi, karşımızda yeni bir Organon vardır, Aristo'ya ve eski yöntemlere karşı, yeni bir yöntem, yeni bir bilim ve mantık sistemi.

 

PUTLARI

 

Bilimin kılavuzu felsefenin gerektiği konuma gelebilmesi, ve insanın bilim ışığı altında yükselebilmesi için, Bacon'a göre zihnin "putları" yıkılmalıydı. "Put" ile Bacon'ın kastı, gerçeklerin yerine konulmuş, yanlış ve hatalı, akıl-dışı yöntemler ve düşüncelerdir. Bu yanlış yöntem ve düşünceler, sadece yeni yanlışlıkların doğmasına yol açar, böylece bilimin gerçek yolunun ve gerçeklerin üstünü örter.

 

Eserde dört çeşit put ile karşılaşırız:

 
1-Kabile (Oymak) putları,
2-Mağara putları,
3-Çarşı putları, ve
4- Sahne (Tiyatro) putları.

Kabile (Oymak) putları, tüm putların en önemlisi ve en zararlısıdır. Gelenekten veya doğal yapımızdan gelen görüşleri araştırma yapmaksızın kabul etmeyi içerir. Oysa, Bacon'a göre düşüncelerimiz nesnelerden çok kendimizi, bakış açımızı yansıtır. İnsan olmasını istediği şeye kolaylıkla inandığı için birçok geri dönüşü olmayan yanlış kanılara sapar.

 

Mağara putları olarak adlandırılan ikinci grup putlar ise, yaratılışıntan ve doğadaki gelişim süreci yüzünden biçimlenen ve daraltılan (limitlenen) bakış açısını ve zihni tanımlar. Oysa gerçek ne dar bir alana sıkıştırılmıştır, ne de tarafgirdir. Mağara putları kişinin gelişmesini, daha geniş bir pencereden bakmasını engelleyen yanlışlıklar, dar bakış açılarıdır.

 

Çarşı heykelleri ise "insanların birbiriyle ilişkilerinden ve alışverişlerinden meydana gelir". Anlaşılacağı üzere dil ve insan ilişkileri ile ilgilidir. Dilin, kelimelerin ve insan ilişkilerinin zihni daralttığı noktaları ve doğurduğu yanlışları simgeler.

 

Son olarak Sahne putları, filozofların eski çağlarda ürettiği temelsiz, dramatik dogmalardır.

 

Bacon'a göre insan zihnini körelten bu putlar yıkılmadıkça felsefe ve bilim karanlıktan kurtulamazdı. İnsanlığa tanıttığı yeni yöntem ise tümevarım idi. Eserde tümevarım yönteminin bilgilerin biçimlenmesinde nasıl bir teknik üzerine oturtulacağına yer vermiştir.


AZİZ ANSELMUS 


1033-1109 yılları arasında yaşamıştır. İtalyalıdır ama 1093’den sonra İngiltere’de Canterbury başpiskoposluğu yapmış ve orada ölmüştür. 

Augustinus’un “anlamak için inanıyorum” önermesini almış, inancı akıl ile temellendirmeye çalışmıştır. Anselmus’un bu çabası, skolaztizmin, akıl ile inancı birleştirmeye çalışmasının bir göstergesidir. 

Anselmus, yargıların mutlağı olmalıdır der. Örneğin iyi varsa mutlak iyi de olmalıdır. Varlık varsa mutlak varlık da olmalıdır. Bu düşünce yoluyla Tanrı’nın varlığı ispatlanmış olur. 

Anselmus’un, bir başka Tanrı kanıtlaması da şöyledir; Tanrı en yetkin varlıktır. Tanrı’nın varolmadığını düşünürsek, bir yanıyla Tanrı eksik kalmış olur. Oysa Tanrı’nın tanımı en yetkin varlık olduğudur. Demek ki Tanrı vardır. (bu kanıtlama çok meşhurdur) 



Anselmus, Augustinus’un ilk günahın bütün nesiller boyu sürdüğü düşüncesini kabul eder. O’na göre Tanrı insanları bu ilk günahtan kurtarmak için insan biçimine girmiş (İsa) ve bütün insanları ilk günahtan kurtarmak için çarmıha gerilmiştir. 



Skolastizmin bu ilk döneminde din ve felsefe uzlaştırılmaya çalışılmıştır. Dinsel kavramlar, akılla açıklanmaya çalışılmış ve bunun için Platon’nun kavram realizmi kullanılmıştır.

Albertus MAGNUS:


(1207 - 1280)

   Albertus Magnus, Dominiken tarikatına girmiş ve Aristoteles'i ve Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd ve İbn Tufeyl gibi Müslüman filozofların Aristoteles felsefesine ilişkin yorumlarını öğrenmiştir; daha sonra bu yorumlara dayanarak Hıristiyan inançlarıyla bağdaşabilecek yeni yorumlar getirmiştir. 
   Felsefe sorunlarını akılla çözmeye çalışırken Kutsal Kitap'la çatışmamaya ve dolayısıyla inançla çelişmemeye büyük bir özen göstermiş ve bu yaklaşımıyla öğrencisi Thomas Aquinas'ı büyük ölçüde etkilenmiştir. Albertus Magnus'un Platon'dan çok Aristoteles'in felsefesini seçmiş olması tesadüfi değildir ve bu seçimi, özellikle İbn Rüşd gibi Müslüman filozofların etkisi ile açıklamak olanaklıdır.



   Albertus Magnus'a göre, biri akıl ve öbürü ise inanç için doğru olan ve birbirleriyle çelişen iki doğru yoktur; gerçekten doğru olan her şey, büyük bir uyum içinde birleşmiştir.

   Birçok bilimle ilgilendiği için Doctor Universalis (Evrensel Bilgin) lakabıyla tanınan Albertus Magnus, kimya alanında da çalışmış, nitrik asidin madenler üzerindeki etkisi ve altının arıtılması gibi kimyevi konuları incelemiştir; ayrıca astronomi ve biyoloji ile de ilgilenmiştir.

   Albertus Magnus biyoloji alanındaki çalışmalarında kelime kelime Aristoteles'in Arapça çevirilerini izlemiş ve bunlar üzerinde yorumlar yapmıştır; kendisine özgü gözlemler ve saptamalar da bulunmaktadır. Hayvanlar Hakkında adlı eserinde kuş ve balıkların kan damarlarının dağılımı konusunda Aristoteles'in verdiği bilgilerden ayrılmıştır. Yumurtadan itibaren embriyonun gelişmesini anlatırken, organların sırasıyla nasıl şekillendiğini, göbek kordonu denen yapının yerini gelişim süreci içinde hangi damarın aldığını açık ve seçik bir şekilde anlatmıştır.

   Bitkilerle de ilgilenmiş ve bu konuya ilişkin Bitkiler Hakkında adlı bir eserinde, ana çizgileriyle bitki betimlemeleri yapmıştır. Bir ara İtalya'ya giden Albertus Magnus orada portakal ağacını görmüş, bundan çok etkilenmiş ve özellikle portakal yapraklarını ayrıntılı bir biçimde tanıtmıştır.

 

Aquinolu Thomas 
    (1225 - 1274) 
İtalyan Dominik tanrısı St. Thomas Aquinas, Scholasticizmin en etkili ortaçağ düşünürlerinden biri ve Thomistic teoloji okulunun babasıydı.
Felsefe ve ilahiyatçı Aziz Thomas Aquinas, yaklaşık 1225 yılında Roccasecca, İtalya'da doğdu. İnancın teolojik ilkelerini akıl felsefi prensipleriyle birleştirerek Ortaçağ Şölatizminin en etkili düşünürlerinden biri oldu.

   Napoli krallığının soylu ailelerinden birinin oğluydu. 
   Derebeyi yaşamını değil, okumayı ve araştırmayı tercih etti. Dominiken tarikatına girdi. Tarikata girmesine karşı olan babası tarafından Paris’e giderken yakalanıp, şatosunda tutsak edildi. 
   İki yıl sonra kaçmayı başardı. Büyük Albert’in öğrencisi olan Thomas, Skolastik felsefenin en büyük düşünürüydü. Öğretisi önemli ölçüde Aristoteles’in metafiziğine dayanıyordu. 
   Ortaçağ’da Hıristiyan felsefesinin doruğu olan bu öğreti, daha sonra Katolik kilisesinin resmi felsefesi haline geldi. Skolastiğin ilk dönem anlayışında inanılan ile bilinen, birbirine denk ve birbiriyle örtüşüyordu. Thomas’a göre dini doğrular ile akıl iki ayrı bilgi kaynağıdır. Bize başka başka şeyler öğretirler. Bilmek tanıtlamak demektir. İnanmak ise açıklamayı olduğu gibi doğru saymaktır. Ona göre bilgi insana, en yüksek ışığı anlaması için ön koşullar sağlar. Thomas bilginin çıkış noktasının deney olduğunu düşünür. Duyusal bilgilerimizi genel kavramlar haline getirebildiğimiz için mantığımızla işlememiz gerekir. Kavramlar, nesnelerin özlerini bize verirler. Direkt olarak her şeyi kavrayan bir bilgi formu insanoğluna kapalıdır. Bir objeyi ancak özünü ve özünün etkilerini kavramlaştırarak bilebiliriz. Objenin düşüncemizdeki yansısı gerçeğe uyuyorsa bilgimiz doğrudur. Bu soyutlama işleminin bizi vardıracağı en yüksek kavram ‘varlık’tır. 

   Thomas tümel kavramların nesnenin özünde olduğunu düşünür. Bu kavramlar, nesneyi nesne yapan zorunlu belirlemelerdir. Her olup biten nesnedeki özsel formların açılması ve evrimidir. Formlar, tıpkı bir tohum gibi maddede gizli bir güç olarak bulunurlar. Dünyada her olup biten belli bir ereğe göre belirlenmiştir. Oluşu başlatan da, oluşun ereği de Tanrı’dır. Thomas, evreni varlık aşamalarına böler: Cansız cisimler, bitkiler, hayvanlar, insanlar, melekler ve en yüksek basamakta da Tanrı yer alır. Varlık aşamaları gelişen hayatın basamaklarıdır. Ahlak öğretisinde, istenç özgürlüğü her türlü ahlakın ön koşuludur. Ancak özgür olan, akla dayanan düşüncelerden doğan eylemler iyidir. Aristoteles gibi Thomas’da da insan toplumsal bir varlıktır. Devlet doğal bir zorunluluktur, başındakiler bir itaat bir örnektir.

OCKHAMLI WİLLİAM

(1285 - 1347)
   Skolastik felsefenin son dönemlerinin en ünlü filozofudur. Bir Fransız rahibi olan William, Skolastik dönemde ilk belirtileri Roscelinus’ta görülen nominalizmin önde gelen temsilcisiydi.

   Ona göre; tümeller, gerçek bir varoluşa sahip değil, yapma şeylerdi. Ancak soyut düşüncenin ürünü olarak ve bilmsel çalışma içinde ortaya çıkabilirlerdi. Çokluğun ortak olan yanı değil, onlara yüklenebilir olan isimlerdi. Bilim, geneli değil, özeli, tekil olan varlığı incelemelidir. Çünkü yalnızca tekil varlıkların bir gerçekliği vardır. Şeyler, ilk baştan beri birey olarak vardırlar. 

   Ockhamlı William, amprik bir bilgi anlayışına sahipti. Ona göre deney, her türlü bilginin temelidir. Özel, bireysel varlıklarla, olayların varoluşunu, yalnız deney ve duyulara dayanan bilgi ile bilebiliriz. Bunun için, önermeleri deneyde kontrol edileyemeyen bir rasyonel teolojinin, ya da ruhun ölümsüzlüğünü tanıtlamak isteyen -nesnesi gözlenemeyen- bir psikoljinin olmayacağı da aşikârdır. Dolayısıyla Tanrı’nın birliği, sonsuzluğu, hatta varlığı dahi dahi kesin olarak tanıtlanmaz. Bu gibi bilgiler ancak inancın konusu olabilirler ve ancak inanılarak kabul edilebilirler. Bunlar ne tanıtlanabilirler, ne de tanıtlamakta ilke alarak kullanılabilirler. Bu anlayışla o, inanç ve bilgiyi kesin çizgilirle birbirinden ayırır. 

WilliamIn bu görüşleri ile birlikte, felsefe artık eskiden olduğu gibi teolojinin, dinin hizmetinde değildir. Bilgi inanç karşısında bağımsız olmaya ve kendini bulmaya başlıyor, Rönesans, üç yüzyıl öncesinden müjdeleniyordu. 

  

Metafizikte, Ockham şövalye şövalyeleri, insanlık veya beyazlık gibi evrensel esansların zihinde yer alan kavramlardan başka bir şey olmadığı görüşünü savunur. Tek bir madde ve kalitenin olduğunu itiraf eden bir Aristotelian ontolojisi geliştirir. Epistemolojide, Ockham, doğuştan gelen herhangi bir düşünce yardımı olmadan insanın "sezgisel kognisyon" ile nesneleri algıladığı doğrudan realist ampirizmi savunur. Bu algılamalar tüm soyut kavramlarımızı ortaya çıkarır ve dünya hakkında bilgi verir. Mıktarda, Ockham, zihinsel dile olan bağlılığını desteklemek için varsayım teorisinin bir versiyonunu sunar. Varsayım teorisinin ortaçağ mantığında çeşitli amaçları vardı, bunlardan bir tanesi kelimelerin anlam taşıdıklarını açıklamaktı. Teolojik olarak, Ockham, Tanrı'ya olan inancın bilgiden ziyade inanç meselesidir diye ısrarcıdır. Ana akıma karşı, teolojinin bir bilim olmadığını ve Tanrı'nın varlığının iddia edilen tüm delillerini reddettiğini ısrarla söylüyor. Ockham'ın ahlakı ilahi bir emir teorisidir. Euthyphron diyalogda, Platon (437-347 M.Ö.) şu soruyu sorar: iyi bir şey var mı Allah dilerse veya yok çünkü Allah bir şey iyi olduğu için olur mu? Birçoğu filozofların onaylamasına karşın, ilahi komuta teorisyenleri eskisini teyit eder.Ockham'ın ilahi komuta teorisi onun metafizik özgürlükçülüğünün bir sonucu olarak görülebilir. Politik teoride Ockham, hak kavramını, kilisenin ve devletin ayrımcılığını ve konuşma özgürlüğünü geliştirir.
 

 Ockhamlı William, kavramların maddi bir temelinin bulunduğunu ileri sürmesi, idealizmin maddi gerçekliğin temelinde tümel kavramların olduğuna dair düşüncesiyle çelişiyordu. Doğanın tekil nesneler ve somut olaylar üzerinde incelenmesi ve bilginin buradan elde edilmesi yolundaki eğilim eski filozofların düşüncelerini yeniden gündeme getiriyordu. 

   Skolastiğin tümü Ockhamlı William’ın anlayışı ve eleştirileri karşısında boş savlar derekesine düşmüştü. Kilise boş durmadı. Ockhamlı aforoz edildi. Onun ve Durand’ın öğretileri 14. ve 15. yüzyılda da üniversiteleri meydan savaşlarına çevirdi ve ancak Rönesans ve Reform zamanının sakinleşen realistlerle nominalistlerin kavgalarının başlangıcı oldu

Kaynak olarak Vikipediden yararlanılmıştır.

RENÉ DESCARTES

Modern Felsefenin Babası Olmak

Descartes birçokları tarafından modern felsefenin babası olarak düşünülür, çünkü fikirleri daha duygusal olan 17. yüzyıl başında mevcut anlayıştan geniş bir şekilde ayrılmıştır. Felsefesinin unsurları tamamen yeni olmasa da, onlara yaklaşımı vardı. Descartes, masadaki her şeyi, önyargılı ve miras alınan tüm kavramları temelde temizlemeye ve "Ben var" ifadesi ile başladığı kesin olan şeyleri birer birer birer birer yerine koyarak yeni başlamak olduğuna inanıyordu. Bu sayede en ünlü teklifi ortaya çıktı : "Bence; bu nedenle ben."

Descartes, tüm hakikatlerin sonuçta bağlantılı olduğuna inandığından doğal dünyadaki anlamı bilim ve matematik vasıtasıyla rasyonel bir yaklaşımla ortaya koymaya çalıştı; bazı yönlerden Sir Francis Bacon'un birkaç on yıl önce İngiltere'de iddia ettiği yaklaşımı genişletti. Ek olarak Yöntem Üzerine Konuşma Descartes de yayınlanan İlk Felsefe Üzerine Meditasyonlar ve Felsefe İlkeleri diğer eserleri arasında.

Her ne kadar felsefe 20. yüzyılın Descartes'u biriktirmesine rağmen, her yüzyıl eserinin farklı yönlerine odaklanmıştır - teorik fizikteki soruşturmaları, birçok akademisyeni öncelikle onu bir matematikçi olarak görmeye yöneltmiştir. Cebir içeren Kartezyen geometriyi tanıttı; Kırılma yasaları ile gökkuşağına ilişkin ampirik bir anlayış geliştirdi; Ve Galileo'nun Engizisyonun elindeki kaderi nedeniyle çoğunu bastırması gerektiğini düşünse de, güneş sisteminin oluşumuna ilişkin doğalcı bir hesap önerdi. Kaygısı yanlış yerleştirilmedi-Papa Alexander VII, daha sonra Descartes'ın eserlerini Yasaklanmış Kitaplar Dizini'ne ekledi.

Descartes da yöntemli bir kuşkuculuk yaklaşımı ile , kesinliğinden kuşku duymayacağı bir “ilk bilgi” nin olanaklılığını arıyordu sanırım. Bildiğiniz gibi Descartes matematik eğitimi almıştı ve bu konuda çok iyi idi. Analitik Geometri’yi temellendirdi. Düşüncesini matematiğin kurgusu etkiledi. Matematiğin apaçıklığından kuşku edilmeyen aksiyomları gibi , “gerçeklikler temel ve kuşku duyulmaz önermelerde başlayıp , türetilmiş önermelere doğru dizgesel olarak ilerleyerek düzenli bir yolda tanıtlanmalıydı.” Başlangıçta , dayanacağı çıkış noktası için, kendinden önceki tüm otoriteleri bir kenara bıraktı. Deyim yerindeyse sıfırdan başlamalıydı. Başlangıç için “düşünmeyi” diğer bir deyişle “us” u seçti. Usun bilgi elde yöntemi üzerinde düşündü. Doğuştan düşüncelerin açık ve seçikliğine inanıyordu. Ki bu düşünceler duyular tarafından henüz bulanıklaştırılmamıştı. Kendisi bir katolikti. İnancı tamdı. Çıkış noktasında tüm otoriteyi akla vermekle, gelecekte bunun nelere yol açacağını ne kadar öngörmüştü bilemiyorum.

Http://www.biography.com/people/ren-descartes-37613

Cogito, ergo sum; je pense, donj je suis."

 

Düşünüyorum, öyleyse varım.
 
Kesin olan bir şey var.
Bir şeyin doğruluğundan şüphe etmek.
Şüphe etmek düşünmektir.
Düşünmekse var olmaktır.
Öyleyse var olduğum şüphesizdir.
Düşünüyorum, o halde varım.
İlk bilgim bu sağlam bilgidir.
Şimdi bütün öteki bilgileri
Bu bilgiden çıkarabilirim.
 
Bizim çıkış noktamız bireyin öznelliğidir.
Çıkış noktamızdan bakıldığında
‘düşünüyorum öyleyse varım
gerçeğinden başka bir gerçek olamaz.
Herhangi bir gerçekten önce,
bir mutlak gerçek olmalıdır.
Bu gerçeği kavramak basittir,
zira bireyin varlığında mevcuttur.
 
~ Rene Descartes ~

 

On yedinci yüzyıl, Descartes’in yüzyılı, bir çelişkiler yüzyılıydı. Hoşgörüsüzlük çağıydı. Ama aynı zamanda düşünce ve sanat devlerinin çağıydı. Çağdaş akılcı, bilimsel düşünceyi başlatan Descartes gibi büyük filozoflar çağıydı.

 

Gelileo ve Descartes bütünüyle açıklık ve yararlılık anlamında bilimin güçlü rönesansını kendi kendilerine başlattılar. Rönesansın yeniden canlanma hızı, Descartes’in, bir böcek bilimcinin kelebeği örnek dolabına iğnelemesi gibi, tek bir itişle ortaçağı duvara çivilemesiyle korundu.

.



HABER VİDEOSU





Kaynak: Vikipedi

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 547 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Felsefe Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI