Bugun...



Dünya nasıl yönetiliyor? / Branko Milanovic

Dünyanın nasıl yönetildiği konusunda insanların kafasındaki yanlış fikirlerinin çoğu, organizasyonların ve ülkelerin nasıl yönetildiğini kavrayamamalarından kaynaklanıyor: insanlar ya bunların amaç ve entrikalarının fevkaladeliğini abartıyor ya da kendilerini tam bir hareket özgürlüğü olduğuna ve işlerin liyakata göre ilerlediğine inandırmaya çalışıyorlar. İkisi de doğru değil. Doğru karmaşık, anlaşılması zor ve ortada bir yerde (bir yerde!)

facebook-paylas
Tarih: 23-02-2018 12:48

Dünya nasıl yönetiliyor? /  Branko Milanovic

Dünya nasıl yönetiliyor?

Branko Milanovic

Dünyanın nasıl yönetildiği konusunda insanların kafasındaki yanlış fikirlerinin çoğu, organizasyonların ve ülkelerin nasıl yönetildiğini kavrayamamalarından kaynaklanıyor: insanlar ya bunların amaç ve entrikalarının fevkaladeliğini abartıyor ya da kendilerini tam bir hareket özgürlüğü olduğuna ve işlerin liyakata göre ilerlediğine inandırmaya çalışıyorlar. İkisi de doğru değil. Doğru karmaşık, anlaşılması zor ve ortada bir yerde (bir yerde!)

How is the world ruled?


 

It is Saturday evening and snowing in New York. I have nowhere to go, I do have things to do (my book!) but my memories take over.

 

Like for example, the simple question of how is the world ruled. I think that lots of misunderstanding among people in the world comes from inability to visualize how organizations and countries are managed:

New York’ta bir cumartesi akşamı ve kar yağıyor. Gitmem gereken bir yer yok ve yapacak işlerim var (kitabım!) ama hatıralar beni bırakmıyor.

Örneğin, dünyanın nasıl yönetildiği sorusu. İnsanların bu konudaki yanlış fikirlerinin çoğu, bence organizasyonların ve ülkelerin nasıl yönetildiğini kafalarında canlandıramamalarından kaynaklanıyor: insanlar ya bunların amaç ve entrikalarının fevkaladeliğini abartıyor ya da kendilerini tam bir hareket özgürlüğü olduğuna ve işlerin liyakata göre ilerlediğine inandırmaya çalışıyorlar. İkisi de doğru değil. Doğru karmaşık, anlaşılması zor ve ortada bir yerde (bir yerde!): Nirad Chaudhury’nin insanlık tarihinin geniş bağlamı içinde “Libertas in imperio” dediği şey.

Sanırım bunu en iyi, kendi yaşamımdan ve Dünya Bankası ile olan uzun ilişkimden örnekler vererek açıklayabilirim.

Birinci Önerme: Dünya bir hizip tarafından yönetiliyor.

1989’da Yugoslavya ölüm sancıları içindeyken (ki benim gibi nahif tipler bunu göremiyordu), orada tatildeydim ve Belgrad’daki haftalık bir ekonomi ve siyaset dergisine bir makale yazdım. Bu makalede, en iyi özelleştirme stratejisinin, son (aklıselim ve zeki) Yugoslav Başbakan Ante Markovic yönetimi altında, ülkenin tüm vatandaşlarına [kupon gibi] harcama belgeleri dağıtılması ve vatandaşların ülkenin diledikleri kısmında işletmelerden hisse satın almasına izin verilmesi olacağını yazmıştım. Tam Don Kişotvari bir öneriydi çünkü Yugoslavya’daki her milletin baskın sınıfı o ara harıl harıl ülkenin bölünmesi üzerinde çalışıyordu ve istedikleri son şey birbirleriyle işbirliği yapmak oldurdu ki vatandaşları diğer cumhuriyetlerdeki şirketlerde hisse sahibi olursa yapmak zorunda kalacakları şey bu idi. Dolayısıyla öneri ölü doğmuş sayılırdı.

Ama bir öğleden sonra, haftalık derginin güzel konuk odasında öneriyi ayrıntılı şekilde derginin sosyal meseleler konusundaki ana yazarlarından birine anlattım. Yazar İtalyan faşizmine gönül vermiş (sanırım Alman faşizmi ağız tadı için biraz ağır kaçıyordu) bir Sırp faşistiydi (bunu hakaret olsun diye değil, kesinlikle siyasi anlamda söylüyorum). Bir ressamdı ve İtalya’da öğrenim görmüş ve yaşamıştı. MSI (Movimento Sociale Italiano, İtalyan Sosyal Hareketi) liderliği ile ilişkisinden gurur duyuyordu ve Mussolini hayranıydı. Görüntü itibariyle de uygundu: Roma yakınındaki Euro şehrini süsleyen bas-rölyeflerden herhangi biri üzerinde olabilirdi: uzun, yapılı, köşeli çeneli, dik duruşlu, daima başı dik yürüyen bir tipti. Tam bir heykel gibi. 1934 Roma’sında, Mussolini’nin favori barbar ressamı olurdu.

Ama memleketindeyken bir Sırp milliyetçisiydi. Beni dikkatle dinlediği ve büyük kısmında onaylarca kafasını salladığı bu sohbetten birkaç gün sonra, önerime cepheden saldıran, “Sırp işletmelerini yabancılara satmak için Dünya Bankası CIA ajanını gönderiyor” başlıklı iki sayfalık bir yazıyla çıkageldi.

Peki deli miydi? Hiç de değil. Zeki bir adam olduğuna eminim ama dünyayı ve üzerindeki organizasyonları her şeyin katı bir hiyerarşi içinde olduğu büyük bir komplo olarak görüyordu: sıradan insanların kendi fikirleri veya iradeleri yoktu. Bu yüzden eğer ben o vakitte Belgrad’daysam ve X fikrini savunuyorsam, bunu sadece üstlerim izin vermiş olduğundan değil, talimat vermiş olduğundan yapıyordum. Ve ta ABD Hazine Bakanlığı’na ve belki de Wall Street’e ve belki de Yahudilere kadar gidiyordu işin ucu.

Oysa aslında Dünya Bankası’ndan fırça yeme riskim vardı çünkü Yugoslavya ile ilgili üzerime vazife hiçbir durum yoktu, tatildeyken makale yayınlatmak veya sorun yaratmak değildi işim.

Peki bu görüşün zıddı neydi?

İkinci Önerme: Dünya liyakata dayalı yönetiliyor.

Bence pek çok insan çalıştığı kuruluşla olan ilişkisinde veya kuruluşun kendisinde işlerin böyle yürüdüğünü düşünüyor. (Akademi biraz farklı, bu yüzden dışarıda bırakıyorum.) Ahlaki ve entelektüel dürüstlük olduğuna dair bu görüş, düşünce kuruluşlarında (ki Washington’da bir tanesinde çalıştım), uluslararası organizasyonlarda (Oxfam, Sınır Tanımayan Doktorlar, Açık Toplum vb. gibi) yaygın şekilde paylaşılıyor.

Peki doğru mu? Burada okurların önüne sayısız örnek yığabilirim ama Belgrad hikayesinde olduğu gibi kendi yaşadığım bir tanesini seçeceğim.

Dünya Bankası’nın Araştırma Departmanı’ndaydım, dolayısıyla organizasyonun hiyerarşisinden epeyce bağımsızdım ama her yıl belirli sayıda haftayı somut “operasyonel” meseleler üzerine çalışarak geçirmem tercih ediliyordu. Bir Orta Asya ülkesindeki ısıtma ve ulaşım yardımlarının gelir dağılımını nasıl etkilediği üzerine bir çalışmaya katılma teklifi aldım. Kolay bir çalışmaydı ve hemen bu politikanın yoksulları koruduğu ve sürdürülmesi gerektiği sonucuna vardım.

Ama Dünya Bankası’nın politikası bu değildi. 1994 veya 1995 yılıydı ve herkes Fukuyama ve Larry Summers’a inanıyordu. Bu yüzden karar veya verilen duygu (çünkü bunun gibi meselelerde “doğru” cevabın ne olduğunu bilmek için resmi bir karara ihtiyaç duymazsınız) rapor daha başlamadan önce netti ve yardımların kaldırılması yönündeydi. Grubun lideri en parlak şahıs değildi ama arzu edilen sonucun ne olduğunu ve amripik analiz bu sonucu desteklerse kariyeri için iyi olacağını bilecek kadar akıllıydı.

Bu yüzden bunu desteklemeyen bir sonuç çıkınca tamamen göz ardı etti ve verilerde kesinlikle bir hata olması gerektiğinde ikna olmamın beklendiği sayısız bitmeyen toplantının ardından o kısım rapordan ya çıkarıldı ya da tamamen göz ardı edildi. (Tam ne olduğunu hatırlamıyorum.) Yeterince cesur veya inatçı olmadığımdan, birkaç girişimin ardından (umutsuz) mücadelemden vazgeçtim ve sayılar ve denklemlerle uğraşmaya geri döndüm.

Hiyerarşinin dışındaydım; dolayısıyla görece serbesttim. Ama sonra düşündüm: diyelim ki hiyerarşik olarak proje liderinin astı olsaydım ve verilerimin arkasında duracak kadar cesur olsaydım ne olurdu? Argümanlarım göz ardı edilirdi; daha alt bir konuma verilmezdim ya da kovulmazdım ama bir sonraki yıllık değerlendirmemde olası en düşük puanı alırdım, maaş zammı sıfır olurdu ve terfi de alamazdım. Buna yapılan açıklama da asla esas meseleye değinmezdi: performansımın düşük olduğu veya ekip çalışmasına yatkın olmadığım falan söylenirdi. Ekip çalışması üzerine seminerlere katılmam bile istenebilirdi, tıpkı Sovyetlerde muhaliflerin psikiyatri kliniğine gönderilmesi gibi.

Sorunun bir görüş ayrılığından kaynaklı olduğundan asla söz edilmezdi. Bunun yerine benimle ilgili bir uyumsuzluk varmış gibi davranılırdı; belki de küçükken istismara maruz kalmıştım veya kötü bir çocukluk geçirmiştim. Çünkü kurum farklı bakış açılarına elbette kapalı değildi ve farklı görüşleri ve “canlı” veya “güçlü” (tercih edilen sözcüklerdi bunlar) diyaloğu hoş karşılıyordu.

Arzu edilmeyen görüşlerin ayıklanması süreci böyle işlerdi.

Peki kim haklıydı? Mussolini hayranı mı, Washington konsensüsüne inanan mı? Yoksa hiçbiri mi? Siz karar verin.

Kaynak: http://glineq.blogspot.com.tr/2018/02/how-is-world-ruled.html

Çeviren: Serap Şen




Kaynak: Dünyadan çeviri-Serap Şen

Editör: yeniden ATILIM

Bu haber 898 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Çeviri Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI