Bugun...



Marianna Pogosyan yazdı:Yeni bir dil öğrenmek aşık olmaya benzer

Yeni bir dil öğrenmenin yeni bir ilişkiye başlamakla ortak yanı çok. Kimi dil hızla arkadaşınız olur. Kimisiyle ilişkiniz bir sürü matematik formülünü ya da önemli tarihleri bilmenizi gerektiren final sınavına girmek gibidir, okuldan mezun olduğunuz gün aklınızdan çıkar. Ve bazen de, ister sırf şansın, isterse bir ömür boyu süren entelektüel yolculuğun sonucu olsun, bazı diller sizi aşkın eşiğine getirir.

facebook-paylas
Güncelleme: 30-12-2019 03:53:01 Tarih: 19-12-2019 03:25

Marianna Pogosyan yazdı:Yeni bir dil öğrenmek aşık olmaya benzer

Yeni bir dil öğrenmek aşık olmaya benzer

Marianna Pogosyan

 

Yeni bir dil öğrenmenin yeni bir ilişkiye başlamakla ortak yanı çok. Kimi dil hızla arkadaşınız olur. Kimisiyle ilişkiniz bir sürü matematik formülünü ya da önemli tarihleri bilmenizi gerektiren final sınavına girmek gibidir, okuldan mezun olduğunuz gün aklınızdan çıkar. Ve bazen de, ister sırf şansın, isterse bir ömür boyu süren entelektüel yolculuğun sonucu olsun, bazı diller sizi aşkın eşiğine getirir.

 

Bunlar sizi – her şeyinizle – ele geçiren dillerdir. Siz de onlara sahip olmak için her şeyi yaparsınız. Söz dizimi yapılarını en ince ayrıntısına kadar incelersiniz. Fiil çekimlerini tekerleme gibi tekrarlarsınız. Yeni kelimelerden defterler doldurursunuz. Parmağınızı sevgilinizin yüzünde gezdirir gibi, kaleminizle kıvrımlarının ve köşelerinin üzerinden tekrar tekrar geçersiniz. Kelimeler kâğıt üzerinde çiçek açar. Fonemler melodilerle birbirine karışır. Cümleler mis kokulu gibi gelir, sizin ağzınızda yabancı sembollerden inşa edilmiş tuğlalar gibi tuhaflaşsalar da. Düz yazıları, şarkı sözlerini ve gazete manşetlerini ezberlersiniz, sırf lazım olunca dilinizin ucunda olsunlar diye.

 

Zarflardan sonra fiillerle, zamirlerden sonra isimlerle, ilişkiniz giderek derinleşir. Buna rağmen, yakınlaştıkça, aranızdaki serap misali boşluğun daha da ayırdına varırsınız. Muazzamdır, bilinmezdir ve kat etmek için bir ömür gerekir. Ama korkunuz yoktur, çünkü aşkınıza giden yol, neredeyse ivedi bir merak ve öğrenme isteği ile aydınlanmaktadır. Bu yeni harfler ve yeni seslerle hangi hakikatleri keşfedeceksiniz? Dünya hakkında nelere vakıf olacaksınız? Kendinizle ilgili neler öğreneceksiniz?

 

Tüm ilişkilerinizde olduğu gibi, coşku en sonunda yatışır. Kazandığınız dil becerileriyle incelemeye, ezber etmeye, dinlemeye ve konuşmaya devam edersiniz. Aksanınız bir türlü düzelmez. Hatalarınız kaçınılmazdır. Kuralların sonu gelmez, istisnaların da. Kelimeler – lütuf, çok yaşa, bir zamanlar – sihrini yitirmiştir. Ama onlara olan bağlılığınız, onlara duyduğunuz gereksinim, her zamankinden daha içtendir. Geri dönmek için artık fazla uzun bir yol kat etmişsinizdir. Kendinizi kararlı ve hassas hissedersiniz, karşınızdakinin iyiliğine güvenmişsinizdir. Yemin tazelediğiniz zamanlarda, dil size ilham ve bağlantı armağanlarıyla gelir; yalnızca yeni dillere değil, yeni bir size giden bağlantılar.

 

Birçok tanınmış yazarın, anadillerinden başka dillerde tadına varılmıştır. İrlandalı Samuel Beckett, İngilizcenin dağınıklığından kaçmak için Fransızca yazmıştır. Kanadalı Yann Martel, anadili Fransızcada değil, kendisine “yazmak için yeterli mesafeyi” sunduğunu söylediği İngilizcede başarıyı yakalamıştır. Bu mesafenin, anadili olmayan İngilizcede yazarken onu yurduna daha da yaklaştırdığını hisseden Türkiyeli romancı Elif Şafak da aynı şeyi gözlemlemiştir.

 

Haruki Murakami ilk romanını yazmak için mutfak masasına oturduğunda, anadili Japonca araya giriyor gibi hissetmiş. Düşünceleri, kapısı açılan ağıldan dışarı koşturan inekler gibi kendisinden çıkıp etrafa dağılacak gibi gelmiş. Sonra sınırlı kelime dağarcığı ve en basit sözdizimleri ile İngilizce yazmayı denemiş. Konu dışı tüm yüklerinden ayrıştırdığı kompakt İngilizce cümlelerini, Japoncaya tercüme ettikçe (kendisi ‘nakletmek’ diyor) onlarca yıl sonra dünya çapındaki başarısının sebeplerinden biri sayılacak olan, hemen fark edilir, süssüz bir tarz ortaya çıkmış. Pulitzer ödüllü yazar Jhumpa Lahiri, yıllardır sevdiği ve öğrenmekte olduğu İtalyanca dilinde yazmaya başladığında, sağ eliyle yazmak zorunda kalan solaklar gibi hissetmiş; ‘açıkta,’ ‘belirsiz’ ve ‘donanımsız.’ Yine de, hafif ve özgür, korunaklı ve yeniden doğmuş hissediyormuş kendisini. İtalyanca, neden yazdığını ona yeniden keşfettirmiş: ‘ihtiyaç kadar keyif de.’

 

Ama kalbî ilişkiler, hiçbir tanığı aynı bırakmaz. Anadillerimiz de dahil. Büyükannem, Japonya’ya gitmek üzere Ermenistan’dan ayrıldıktan sonra ona yazdığım mektupları biriktirip saklamış. Arada bir, pasaportunu yakında sakladığı Japonca damgalı zarf destesini çıkarıp okuyor. Her kelimeyi kalben ezberlediğine gururla yeminler ediyor. Bir gün, aramızda bir ekran ve kıta olduğu halde karşı karşıya otururken, büyükannem başını bir o yana bir bu yana salladı.

 

Uğursuz bir şeyi haber verir gibi, ‘Bir şeyler değişmiş,’ dedi kalın gözlük camlarından cümlelerimi tarayarak. ‘Her mektupta bir şey değişmiş oluyor.’

 

‘Elbette bir şeyler değişiyor, büyükanne,’ dedim. ‘Japonya’ya taşındım. Ergenliğe girdim, ben…’

 

‘Hayır,’ dedi bir öğretmenin pişmanlığıyla, ‘yazın demişmiş. Önce tuhaf yazım hataları vardı orada burada. Sonra fiiller ve isimleri yanlış yerlere koymaya başladın.’

 

Bir süre sustuk. Gözlerim klavyemin üzerindeki İngilizce harflerde dolaştı.

 

‘Öyle dramatik bir şey yok,’ dedi, esasen kendini avutmak ister gibi, ‘ama daha önce olmayan bir hatayı her gördüğümde nefesimi tutmama yetecek kadar.’

 

Bir zarf daha açtı.

 

‘Ah, tabi ya,’ dedi, ‘bir de noktalama işaretleri! Aniden ne çok virgül kullanmaya başladın. Sonra, cümlelerin de tek bir nokta ile bitiyor.’

 

Gözlüğünü beyaz saçlarının tepesine kaldırıp hazinelerini merhum büyükbabamın mendiline sarmaya başladı.

 

‘Bana gönderdiğin son mektup,’ dedi yenilgi ifadesi gibi bir sırıtmayla, ‘işte onda her şey değilmiş. Bizim harflerimizle yazıyorsun, bizim kelimelerimizi kullanıyorsun ama okurken artık Ermenice değilmiş gibi geliyor.’

 

Gerçek şu ki, yeni bir dille her samimi ilişki, çoğu zaman her şeyin rengini değiştirir. Gözlerimiz yeni kelimeler bekler. Kulaklarımız yeni seslere alışır. Kalemlerimiz yeni harfleri ezber eder. Sevda algılarımızı ele geçirirken, dilin anatomisi beynimize işler. Nöral yollar döşenir, bağlantılar oluşur. Beynin ağları bütünleşir. Gri madde yoğunlaşır, beyaz madde güçlenir. Ardından, büyükanneye yazılan mektuplarda yeni renk tonları, yeni nüanslar belirmeye başlar.

 

Dilbilimciler, buna ‘ikinci dil enterferansı’ diyorlar. Yeni dil, eski dile etki ediyor, tıpkı yeni bir aşığın, sanki ‘bundan sonra böyle’ dermişçesine, yatak odasının eşyalarını değiştirmesi gibi. Bir şekilde, yazmak bu müdahaleyi (ya da büyükannemin gördüğü şekliyle, ihaneti) konuşmanın yapabileceğinden çok daha fazla açığa vuruyor. Belki de sebebi, konuşurken, kelimelerimizin yüz ifadelerinin ve sesimizin tınılarının insafına kalmış olması, Fransız yazar Guy de Maupassant’ın gözlemlediği gibi, “Ama beyaz bir sayfadaki siyah kelimeler, ruhun açığa vurulmasıdır.”

 

En son Ermenice yazalı yirmi yıl oluyor ama büyükanne anadilim ölüyor diye ağlamamalıydı. Anadiller, birçok ilk aşk gibi, unutulması çok zordurlar. Sadık ve affedicidirler. Konuşmamız teklediği ve yazımız hatayla dolu olduğunda bile. Anadilimizin harfleri yabancı göründüğünde ve sesleri yankısını kaybettiğinde bile. Sonuçta, anadillerimiz bizi büyüttü, yetiştirdi. Biz onları unutsak bile onlar bizi bilecektir. Bizi konuşmayı, yazmayı, akıl yürütmeyi öğrenirken seyrettiler. Bize aşık olmayı ve yas tutmayı öğrettiler. Bize kuralları ve istisnaları gösterdiler. Kendi evimizde misafir haline geldikten çok sonra bile duvarlarımızın için yankılanacaklarını biliyorlar: yeni kelimeleri birleştirme şeklimizden eski duaları fısıldayışımıza dek. Yani bir başkasının kollarına giderken, bizi sessizce, aksilik çıkarmadan izlerler. Orada, cehalet ile öğrenme isteğinin, kısıtlanmışlık ve özgürlüğün, korku ile saygının, hayal kırıklığı ile neşenin üst üste düştüğü o yerde, kendi yazarlarının, Murakami’nin “doğuştan gelen hak” dediği şeyi ifa edecekler: dilin olasılıkları ile denemeler yapma. Orada, aidiyetin ve ait olmamanın şiddetli sancıları içinde, kendilerini bulan oğullarını ve kızlarını bulacaklar.

Dil öğrenmek beyni yeniden yapılandırıyor ve zamanı deneyimleme şeklimizi değiştiriyor




Kaynak: Dünyadan Çeviri-aeon.co/

Editör: Yeniden ATILIM

Bu haber 907 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER Çeviri Haberleri

YAZARLAR
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
HABER ARŞİVİ
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
YUKARI YUKARI