Tweet |
Milenyaller yeni bir şey istemiyor ki! Son zamanlarda tüm İnsan Kaynakları konferanslarında, bloglarında ya da insan kaynakları dünyasına yönelik söylemlerde bir yönüyle “Milenyaller” konu ediliyor. Genel olarak “Milenyalleri yönetmek için … yapmak gerekir”, “Milenyalleri elde tutmak için … olması gerekir” gibi başarı listeleri, ipuçları listeleniyor ne tarafa baksak. Hafif de bir panik havası var ortamda, HR dünyasının yeni “challenge’ı” yani yeni zorluğu olarak etiketlenivermiş milenyaller. (Bu etiketten mutlu olup “zor nesil” kimliğini seven milenyaller olduğu kadar mutsuz olan arkadaşlarımız da var ama o başka bir tartışma konusu…) Biz de TSI Group olarak “insancıl teknoloji”ler yaratmak için pek çok kurumda süreç ve teknoloji çalışmaları yaparken haliyle bir aradayız bu meşhur ve etkileyici grupla… Bu yeni, enerjik, sözünü sakınmayan grubu seviyoruz da :) O zaman dedik ki “korkmadan dinleyelim onları ve onlardan öğrendiklerimizi paylaşalım çevremizle de”… İşte bu çalışmalardan çıkardıklarımız:
Listeyi, daha korkutucu olmadan burada kesip asıl sürprizimizi açıklamak istiyoruz: Bu listeye şöyle bir bakıp da evet bunları ben de istiyorum demeyen bir çalışanı henüz görmedik… Yani jenerasyondan bağımsız her yaştan, departmandan ve her pozisyondan çalışan bu istekleri öyle ya da böyle dile getirdi çalışmalarımızda. Başlığımıza dönersek: Milenyaller yeni bir şey istemiyor ki! Evet hepimizin istediklerini istiyor Milenyallar, özetle daha özgür ve rahat, daha insancıl bir iş yeri istiyorlar… Peki neyi farklı yapıyorlar ki bu kadar öne çıktılar, bu kadar ürküttüler, bu kadar inceleniyorlar? Özetle: Korkmuyorlar, gidiyorlar, şartlara razı olmuyor ve sonuna kadar zorluyorlar, kabullenmiyor aksiyon alıyorlar… (Böylece de “turnover” oranlarını darma duman ediyorlar :) ) Ve işte iki bomba haber daha:
|
Ocak ayında, Buzzfeed, Anne Helen Petersen’ın yazdığı, “Milenyaller Nasıl Tükenmiş Kuşak Haline Geldi” başlıklı bir makale yayınladı. Giriş bölümünde, mecburi olan, tık tuzağı odaklı bir cümle yer alıyordu: “Cevap beklediğimden hem daha karışık, hem de daha basit.” İlk bakışta milenyallerin hayatta karşılaştıkları çileler ve zorluluklarla ilgili alelade bir makale olarak görünse de, makale önemli bir noktaya parmak basıyordu.
Makale, işçi sınıfı milenyallerinin, herkesin son derece empati kurabileceği hayatlarını yansıttı ve sosyal medyada yaygın olarak paylaşılırken, tüm medya tekellerinde o ya da bu şekilde bahsedildi. Nihai düşüş içindeki bir ekonomik sistemi ve birçok milenyalin, yaşam kalitelerini ebeveynlerinin zamanındaki kaliteye yükseltmeye çalışırken yaşadıkları zorlukları resmetti.
Milenyallerin önemi, %35 ile işgücündeki en büyük kuşak olmalarında yatıyor. The Brookings Enstitüsü, bu seviyenin 2025’te %75’e ulaşmasını bekliyor. Muhafazakâr kesimin “hassas” ve “tembel” milenyaller hakkında yıllarca süren adlandırmalarından sonra, çubuk bizi gerçeğe biraz daha yaklaştırmak için diğer yöne doğru bükülüyor. Bugünün gençlerinin karşı karşıya kaldığı kötü ekonomik koşullarının sorumlusunu “Baby Boomer”lar olarak gören gerici fikri bir yana bırakırsak, gerçekten milenyallerin önceki nesillere göre daha düşük ücretlerle ve daha yüksek yaşam maliyetleri ile karşı karşıya olduğu -yakın zamanda işçi sınıfının üstünlüğünün belirleyeceği siyasi sonuçlara büyük etkileri olan bir eğilim- hakkında açıkça konuşabiliriz.
Belirgin bir kültürel takıntı olarak sayısız film, televizyon şovu, makale ve daha fazlası milenyal kuşağı ve onun önemini ele almaya çalıştı. Bu New York, Los Angeles, Chicago ve San Francisco gibi büyük metropolitan şehirlere taşınmış, düzgünce giyinen, startup’larında ya da teknoloji şirketlerindeki 9-5 işlerinde masaya çakılmamış ya da kohortlarında brunch yapmıyorken “yetişkin” olmakla boğuşan üniversite mezunları kuşağının sterotipiydi.
Bu karikatürde asla yadsınamayacak bir doğruluk da var. Milenyallerin %40’ının –ABD tarihindeki tüm kuşaklardan daha fazla- üniversite diplomaları var, ülkenin çoğu büyük şehri ikamet eden milenyal yüzdelerindeki büyük artışı ve rekor kıran düşük işsizlik rakamlarını gördü. Ancak, bu gerçeğin sadece bir parçası.
Öğrenci borcunun –ortalama 42.000 dolar- milenyaller üzerindeki etkisini sıkça duyuyoruz. Büyük şehirlerde arşa çıkan kira maaliyetleri de – New York’ta bir yatak odalı ortalama bir dairenin kirası 3000 dolara yaklaşıyor- iyi bir şekilde belgelendi. Bununla birlikte, hiçbir zaman üniversiteye gidememiş, moda olan şehirlerde veya mahallelerde yaşamayan, yalnızca işssiz ya da en iyi ihtimalle, son derece düşük ücretli, yarı zamanlı işlerde çalışanlar hakkında çok fazla bir şey duymuyoruz. Kuşağın çoğunluğunu oluşturan bu milenyaller, şaşırtıcı bir şekilde tüm New York Times, Buzzfeed ve Washington Post yazarları için (ve bu konuda okuyucuları için de) görünmezdirler.
Öyleyse, milenyaller kimler? Tüm kuşağın % 70’i ülkenin banliyö ve kırsal kesimlerinde yaşıyor ve Zillow’a göre, milenyallerin % 22,5’i –neredeyse çeyreği- hala anneleriyle birlikte yaşamakta. Ebeveynleriyle birlikte yaşayan 2,2 milyon milenyalin dörtte biri ne öğrenci ne de istihdam edilmiş. Bu, gittikçe artan sayıda milenyali zorunlu aylaklığa mahkum eden, her bir büyük şehirdeki yasaklayıcı konut maliyetleri ve o şehirlerdeki iş yoğunluğu ile kolayca açıklanabilir.
Bu düşük işsizlik rakamlarına gelince, başlangıçta, genellikle karşılaştığımız istatistikler, işsizliğin en “pembe” yorumları, İşgücü İstatistikleri Bürosu’nun U1 veya U2 ölçümleridir. Bu ölçümler iş aramaktan vazgeçmiş olanları veya işsizleri, yani başka bir deyişle, yarı zamanlı çalışıp tam zamanlı işler arayanları hesaba katmaz. Kullanılan en kesin yöntem, Şubat ayında %7.3 olan U6 ölçümüdür. Bunu yaygın olarak bildirilen %1.2 rakamıyla karşılaştırın. Üstelik, üniversite mezunu olmayan 25–34 yaşlarındaki işsiz erkeklerin sayısı 1996’dan bu yana iki kattan fazla artarak %14’e yükseldi ve U6 işsizlik oranını neredeyse ikiye katladı. 22–27 yaşları arasındaki üniversite mezunları için işsizlik oranı 2012’de inanılmaz bir şekilde % 44’e -bu yaş grubunun neredeyse yarısına- yükseldi.
Bu rakamlar, kuşağın, Hollywood filmlerinde görülen en yaygın betimlemeleriyle çarpıcı biçimde çelişmektedir. Onlar ayrıca, çorak ve ruhsuz kariyerlerinde anlam bulmaya çalışırken büyük şehirlerdeki tam zamanlı işlerinde kölece çalışan milenyallere yönelen odağa başka bir kuşaksal nüans katmanı daha eklemektedir.
Petersen’ın milenyal tükenmişlik üzerine yazdığı makalede belirttiği gibi: “Kapitalist sistemin devrimci bir şekilde devrilmesi yerine, ya da o devrilene dek – tükenmeyi nasıl azaltabilir veya önleyebiliriz?” Dahası, Michelle Goldberg’in New York Times’daki köşesinde yazdığı gibi, “Milenyallerin Kapitalizmden Nefret Etmesine Şaşmamak Lazım”: “Bu ihtimalin, soyulmakta olan bir kuşağa neden cazip geldiğini anlamak için kapitalizmi yıkmayı istemek zorunda değilsiniz.”
Son tahlilde, koşullar bilinci belirler – ve kapitalizm bunu sağlayamaz. Bu, sosyalizme olan yoğun ilgiyi açıklar. Büyük şehirlerden küçük kasabalara, Rust Belt’ten Williamsburg’a kadar, milenyal kuşağın, sınıf mücadelesinin gelecekteki seyri üzerindeki etkisi hafife alınmamalıdır. Çünkü Lenin’in belirttiği gibi “Gençliğe sahip olan, geleceğe sahip olur!”
Yazar: Mark Rahman Çevirmen: Merve Havalı Kaynak: Socialist Revolution